Yıl 1912, Filibe artık Osmanlı ülkesinin bir parçası değil. Sırât-ı Müstakîm Gazetesinin özel bir muhabiri oralara gidiyor. Filibe’ye ulaştığında ilk şaşkınlığını da aşağıdaki ifadeleri ile okuyucularına naklediyor[1]:
“Filibe’ye dâhil olur olmaz iki şey nazarı dikkatimi celb ediyordu: Birisi, yakın bir zamanda bir İslam Yurdu olan Filibe şehrinde tanıdığım bir zatın hanesine varıncaya kadar İslam namında, bir kişiden fazla insan görememekliğim;ikincisi de içinde bulunduğum Filibe’nin on onbeş sene evvelki Filibe’ye benzememesi. İşte bu iki cihet beni cidden dilhun (heder olmak) ediyordu. Onun için kendi kendime diyor idim ki: aman Yarabbi, İslamların idaresinde iken bakılmağa değeri olmayan Filibe bugün ne hale gelmiş! Her yerde zat-ı meskenet (tembel, uyuşuk kişiler) bize; saadet ve selamet başkalarına mı taksim olundu?
Doğrusu birkaç sene zarfında Bulgaristan’da görülen bu kadar terakkiyat (gelişme, ilerleme) karşısında insan valih (şaşırmış) ve hayran kalıyor.”
Gazetenin muhabiri bu şaşkınlığın ardından, iş başında Bulgar bir devlet yetkilisi ile yaptıkları konuşmayı da aşağıdaki gibi aktarıyor:
Bir mecliste otururken Bulgaristan’ın akılları valih eden (hayrete sokan) ve hayran eden bu kadar terakkkiyâtına dair söz açarak bu terakkiyât-ı serianın (hızla gelişmenin) ne sayede olduğu sualine karşı Bulgaristan ricalinden bir zatın vermiş olduğu cevabı bilhassa zikretmeden geçemeyeceğim:
“Sizde bu kafa varken katiyen eser-i terakki gösteremezsiniz. Zira biz Bulgarlar kendi aramızda pek çok fırkalara (partilere) ayrılırız; fakat Bulgarlığa, vatana taalluk eder bir mesele olursa derhal fırka gürültülerini bir tarafa atarak muvafık, muhalif cümlemiz o mesele ile uğraşırız. Bulgarlık aleyhinde görülen cüzi bir şeye karşı muhalif, muvafık bütün gazeteler müttefikan (ittifak halinde) hücum ederler. Fakat siz böyle değilsiniz! İtalya bir taraftan Trablus Garb’da, hatta Payitahtınızın (İstanbul) kapısı önünde muharebe ediyor da siz de yine birbirilerinizle muharebe ve sandalye kavgası ediyorsunuz. Sizin yaptığınız bu hareketi İtalya’da sosyalistler bile yapmıyor. Binaenaleyh Bulgaristan’ın bu kadar terakkiyâtını (gelişmesini) çok görmemeniz lazımdır…!”
Yaklaşık 107 yıl önce bir Bulgar devlet yetkilisinin söylediği bu söz yabana atılır mı? Bir asır önce söylenmiş bu sözün ardından değişen ne oldu? Biz Balkanlarda yaşadığımız inkırazı bu huylarımızdan dolayı yaşamadık mı?
Balkan Savaşı’nda Edirne’yi geri alırken, Enver Paşa’ya muhalif olan bir başka paşa, asker içinde gezerek, “Edirne’yi Enver geri alacağına, Bulgarda kalsın daha iyi” diyerek, akıl sağlığını yitirdiğini ilan etmiyor muydu?
Bugün farklı mı? Birileri çıkıp, eli kanlı katil sürüsüne” onlar halkı için mücadele eden özgürlük savaşçıları” demiyor mu?
Birkaç sorulu, az yorumlu bu yazımda her okuyucunun kendi kendine düşünmesini salık veriyorum. Mehmet Akif’in kıssadan hissesi ile yazıma son veriyorum.
Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Hepimizin hadiselerden, tarihten ibret alması dileğiyle…
[1] Sıratı Müstakim Gazetesi, Rumi: 26 Temmuz 1328 (8 Ağustos 1912), Cild 1-8, 447-448 ss.