Giriş
İnsan hakları kavramı artık sadece katılımcı demokrasinin değil, aynı zamanda küreselleşen dünyanın çok ciddi sorunları haline gelen ve sistemsel bir niteliğe dönüşen yoksulluk ve işsizlik sorunlarına çözüm olacak “sürdürülebilir ekonomik kalkınma projesinin de tanımlayıcı unsurlarından birisidir. Bu bağlamda yapılan temel önerme şudur: ekonomik kalkınma insan haklarına çözüm değildir, aksine insan hakları sorunlarına çözüm bulabilen siyasal bir yapı, dolayısıyla demokratik bir sistem sürdürülebilir ekonomik kalkınmayı sağlayabilir. Diğer bir deyişle, insan hakları ekonomik hakları içerir, yoksulluk ve sürekli işsizlik insan hakları içinde düşünülmesi gerekir, ama daha da önemlisi, insan hakları ekonomik kalkınmaya öncüldür. Bu temelde, küreselleşen dünya ve içerdiği ekonomik sorunlar bizi “ekonomik kalkınmayı sağlayan ülkeler demokratikleşirler” önermesinden vazgeçmeye yöneltmektedir. Aksine, “demokratikleşen, insan haklarına ve özgürlüklerine saygılı demokratik toplumsal yapıları kuran toplumlar ekonomik olarak kalkınma sağlayabilirler, ve bu kalkınmayı sürdürülebilir bir niteliğe sokarlar” önermesini ciddiye almalıyız.İnsan hakları kavramı “katılımcı demokrasi-sürdürülebilir ekonomik kalkınma-güvenlik ilişkilerinin” birleştirici, eklemleyici ve tanımlayıcı unsurudur. Bugün, ne katılımcı demokrasiyi, ne ekonomik kalkınmayı ne de güvenliği insan haklarından bağımsız düşünebiliyoruz. Bu düşüncenin hem küresel hem de ulusal düzeylerde hareket eden sivil toplum örgütleri tarafından desteklenmesi ve toplumsal ilişkilerde yaygınlaştırılması, insan hakları kavramına karşı toplumsal duyarlığı arttırmıştır. Bugün, ulus devletlerin insan hakları kavramını göz ardı etmesi, bu kavramın siyasal, ekonomik ve kültürel boyutlarını yadsıması, toplum yönetimini, ekonomik kalkınmayı ya da kültürel ilişkileri insan hakları kavramından soyutlayarak ele alması gittikçe zorlaşmakta, hatta olanaksız hale gelmektedir. Bu nedenle, insan hakları sorunlarıyla yaşayan devletlerin ne uluslararası ilişkilerde önemli bir konuma gelmesi ve sorunsuz yaşaması, ne de kendi toplumlarıyla demokratik bir meşruluk zemininde yönetim ilişkisine girmeleri olanaklıdır. Bu gerçekler bizi insan hakları kavramını katılımcı demokrasi yoluyla iyi toplum yönetiminin temel kurucu unsurlarından biri olarak ele almaya götürecektir. Bugün insan hakları kavramını çok-boyutlu yapısı içinde düşünen, toplum yönetimlerini katılımcı demokrasiye doğru yönelten, karar alma süreçlerini sivil toplumla müzakereye açan ülkeler, hem siyasi, hem ekonomik, hem de kültürel olarak gelişmekteler, ve uluslararası ilişkilerde güçlü konumda olmaktadırlar. Buna karşın, insan hakları ihlalleri sorunları yaşayan ülkelerse küreselleşen dünyanın sorunlu ülkeleri konumunda olmakta, ve diğer devletlerle ya da uluslararası ve bölgesel örgütlerle girdikleri ilişkilerde ciddi sorunlar yaşamaktadırlar. İnsan hakları ihlalleri yaşayan ve bu sorunu çözme çabası içinde olmayan ülkeler üzerine uluslararası insan hakları örgütleri tarafından yazılan raporlar ve bu yolla ortaya çıkan olumsuz kamuoyu, bu ülkeleri uluslararası ilişkilerin sorunlu ülkeleri haline getirmektedir. Benzer olarak, insan hakları kavramı önemli uluslararası örgütlerin hareket alanı içine de girmektedir.
Makedonya
Makedonya Batı Balkanlarda, doğuda Bulgaristan, güneyde Yunanistan, Batıda ise Arnavutluk ile komşu olup, denize sınırı bulunmamaktadır.
Makedonya günümüzde küçük bir ülke olmakla birlikte, Makedonlar tarihte önemli izler bırakmış, Makedonyalı İskender gibi önemli şahsiyetler yetiştirmiş bir millettir.Tarihin her devrinde bölgesel problemlerle etkilenen Makedonya, Osmanlı Devletinden ayrılması ile sonuçlanan 1908 sonrası gelişmelerinden de oldukça etkilenmiştir. İkinci Balkan Muharebeleri sonrası haritada görülen genel olarak Makedonya olarak adlandırılan coğrafya bir çok ülke arasında paylaştırılmıştır.Bu gün Makedonya Devletinin bölgesel problemleri tarihin derinliklerindeki söz konusu toprakların üzerinde farklı bakış açıları ile hak iddialarından kaynaklanmakta, çevresindeki bazı ülkelerce devlet olarak tanınmasında veya sınırlarının meşru hale gelmesinde önemli güçlüklerle karşılaşmaktadır. Türkiye Makedonya Devletini ve sınırlarını tanıdığını deklare etmiştir.
Makedonya’nın etnik ve kültürel yapısının zenginliği aynı zamanda istikrarını ve kalkınmasını etkileyen dahili unsurların başında gelmektedir. 2002 yılında yapılan nüfus sayımına göre 2.056.000 olan ülkede Türklerin nüfusu 78.000’dir.
Makedonya’da Meydana Gelen çatışmalar ve Buna Bağlı Gelişmeler:
Kosova’daki gelişmelerin etkisiyle Makedonya etnik Arnavutları ile Makedonlar arasında başlayan çatışmalar sonucunda:
a) NATO Barış Gücü, KFOR bölgeye yerleşerek barışın ve güvenliğin sağlanması ile ilgili tedbirleri almıştır.
b) Yönetim Arnavutlar ve Makedonlar arasında paylaşılmış,
c) 2001 yılında yapılan Ohri Çerçeve anlaşması kapsamında, azınlıkların yaşadıkları belediyelerde % 20’yi geçmeleri durumunda azınlık dilinin de resmî dil olarak kabul edilmesi, polis teşkilatındaki Arnavutların ve diğer azınlıkların sayısının arttırılması, Arnavutların ve diğer azınlıkların özel olması kaydıyla üniversite kurabilmeleri ve Arnavutça, Türkçe ve diğer dillerde yayın yapan medya serbestliği sağlanması gibi yaklaşımlarla karşılanmaya çalışmaktadır.
2002 nüfus sayımında 78.000 olarak açıklanan Türkler tek bir bölgede değil Üsküp, Gostivar, Kalkandelen (Tetovo), Resne, Ohri, Manastır (Bitola), Radoviş, Ustrumvca ve Valandova bölgelerinde dağınık olarak yaşamaktadırlar. Ayrıca Torbeş olarak adlandırılan ve çoğunluğu kendini Türk sayan sayıları 100.000 civarında olan halk Üsküp, Debre, Struga, Kırçovo ve Makedonski Brod bölgesinde yaşamaktadır.
Sunuş:
İnsan haklarına ilişkin bildirileri, bu hakların doğasına ilişkin evrensel dogmaların ifadesi olmaktan çok, insan olmaya ilişkin temel niteliklerin gerçekleşebilmesi ve insanlık onurunun korunup yaşatılabilmesi için gerekli olanaklar olan temel hakları herkes için sağlamaya yönelik istemlerin dile getirildiği metinler olarak görmek yerinde olacaktır. Temel haklar, ancak bu istemlerin yaygınlığı ve temel hakların korunup geliştirilmesi hususundaki oydaşmanın gücü ölçüsünde güvenceler haline dönüşebilir. Gerçekten insanın temel hakları, yine insanlar tarafından gerçekleştirilen ve insan doğasına yabancı olmayan eylemlerin tehdidi altındadır. Savaşlar, zorbalık, baskı, hor görü, zayıfların güçlülerce ezilmesi, kölelik ve kolonileştirme gibi olumsuz pratikler, yalnızca geçmişe ait örnekler değildir; şu veya bu biçimde bugün de gözlediğimiz ve ortadan kaldırılmaları için yoğun ortak çabaya gerek duyduğumuz tehditlerdir.
İnsanlığın son yüz yılı, bir yanda insanın giderek daha gelişmiş teknikler ve olanaklarla hemcinsinin varlığına ve onuruna saldırmasına, diğer yanda insan onurunun ve varlığının korunması için gerekli asgari hakların herkes için güvenceye alınmasını amaçlayan bir oydaşmanın ve ortak çabanın güç ve belirginlik kazanmasına tanık olmuştur. Bugün, evrensel insan hakları anlayışı, söylem düzeyinde üstünlük sağlamış görünmektedir; ancak bu üstünlük, söylemin öngördüğü hakların yeryüzünün hemen her yerinde bir biçimde ihlal edilmekte olduğu gerçeğiyle birlikte düşünülmelidir. Yeryüzünün bazı bölgeleri, yoksulluk, kıtlık, savaş gibi ağır koşullar altında hemen hiçbir hakkın güvencede olmadığı kara delikler halindedir; ancak, zenginlik ve barış içinde yaşayan uygarlık adalarında da evrensel insan hakları açısından kabul edilemez gelişmeler yaşanmaktadır: Temel haklar bakımından vatandaşlarla yabancılar ve göçmenlerle yerleşikler arasında ortaya çıkan uçurum, sefalet koşullarında yaşayan marjinal sınıflar, köleliğin, ırkçılığın ve ayrımcılığın yeni biçimlere bürünerek tekrar tekrar hortlatılması gibi.
Temel hakların korunmasına ve geliştirilmesine adanmış girişimlerin ve evrensel insan hakları söyleminin yansıdığı dramatik küresel arka plan budur. İnsan haklarından söz etmenin, ancak bu korkutucu gerçekliğin bilincinde olduğumuzda gerçekten bir anlamı olabilir; çünkü insana ve haklarına yönelik saldırılar karşısında etkili davranış yöntemleri geliştirmek istendiğinde ilham alınacak yer bu gerçekliktir. Dahası, insan haklarına ilişkin bilincin yükseltilmesi çabası bir inanca dayanmaktadır: Bu inanç, ihlalleri önleyici bir biçimde hareket edilebileceğine; en azından uzun vadede bireyler ve topluluklar için temel hakları güvence altında bulunduracak bir davranışı elde edecek tarzda, tüm insanların düşüncelerine ve yaşamlarına özgürlük, saygı ve hoşgörüyü yerleştirebileceğine inanmaktan ibarettir. İnsanla insan, insanla toplum, insanla devlet ve toplumla devlet arasındaki ilişkilerin barışçıl olması bu inancın gerçekleşmesine bağlıdır.
a) Eğitim sorunu
Makedonya Türklerinin Eğitim sorunları Balkan savaşlarıyla başlamıştır. Balkan savaşlarından sonra Türkiye ile bağlar kopmuş Makedonya Türkleri eğitim ve Kültür alanında hiçbir yardım görmemiştir.Bu yüzden Türkçe bilinmeden eğitim yapılmıştır. 1950-1951 yılında Makedonya’da Türkçe eğitim veren ilköğretim okul sayısı 100, öğrenci sayısı 12493 iken anavatana başlayan göç yüzünden ve Türklere yapılan siyasi komplolar yüzünden bu sayı 2000-2001 yılına kadar 55 okul ve 6950 öğrenci sayısına düşmüştür. Bu olumsuz gelişmeler yüzünden kadro sorunu belirmiş ve etkisini bugünde halen sürdürmektedir.Okullarımızda kadro, dil ve kitap sorunu bir şekilde halen mevcuttur. çeviri yoluyla yapılan kitaplar uzmanlar tarafından yapılmadığından çok büyük hatalar meydana gelmiştir.Ders kitaplarında bu gibi yanlışlar çocukların başarısını olumsuz yönde etkilemiş ve halen etkilemektedir.Çünkü okullarımızda Türkçe kitaplar dışında diğer branş kitaplar; Makedon dilinden çeviri yapılarak hazırlanmaktadır. Türkçe Okuma ve Dilbilgisi kitapları ise Türk müellifleri tarafından yapılmaktadır.
Makedon ve Arnavutlar için yardımcı ek matematik kitapları basından çıkarken Türkler için tirajı az bahanesiyle bu kitaplar basına gönderilmiyor.Bu da Türk öğrencilerinin bu yardımcı kitaplardan faydalanmalarını engellemektedir. Üsküp yakınlarında bulunan Koliçan (Kolaçan) köyünde, Türkçelerini unutmuş ve bugün Torbeş olarak adlandırılan eski Peçenek Türklerinin Türk dilinde okumak arzusuyla 300 öğrenciye Eğitim Bakanlığı okul açmadığı için bu çocuklar her gün 40 km yol alarak, Türkçe eğitim veren ,,Tefeyyüz’’ ilkokuluna geliyorlardı.
b) İşsizlik
Türklerin polis ve orduda yetersiz temsili dikkate diğer bir sorundur. Etnik Türklerin çoğunlukta olduğu bölgelerde dahi polis gücünde ağırlıklı olarak Makedonlar bulunmaktadır. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre polisin sadece yüzde 0,6’ı etnik Türk’ tür. Bakanlığa göre, polise Türk katılımını da arttırmak için Makedon idaresi elinden geleni yapmıştır, ancak nitelikli elemanları bu mesleğe çekmek oldukça zor olmaktadır. Türk tarafına göre ise, polis olmak için yapılan başvurularda bariz bir ayrımcılık izlenmektedir. Ancak son raporlara göre, orduya giren Türklerin sayısında belirgin bir artış olmuştur. Subay kadrolarında oran daha düşüktür ancak bu konuda da bir artış gözlenmektedir. Bununla birlikte Savunma Bakanlığı’nda oldukça az sayıda Türk istihdam edilmektedir. Bu bakanlıkta çalışan sivillerin %1.23’ь Türk’tür ve generallerden sadece biri Türk kökenlidir. Diğer bakanlıklara gelince 2006 yılında Dışişleri bakanlığında toplam çalışan sayısı 13164’tьr. çalışanların 80% Makedon, 15%Arnavut, 0.56% Türk’tür. Adalet bakanlığında toplam çalışanların 2.65% , Maliye Bakanlığında 0.83%, Ekonomi Bakanlığında 1.5%, Eğitim bakanlığında 2.0%, Ulaştırma bakanlığında 0.40 %, Sağlık bakanlığında 0.33%, Kültür Bakanlığında 1.51% Türk’tür. Orman ve Çevre Bakanlığı, Cumhurbaşkanlık Kabinesinde, Yerel Yönetim Bakanlığında ve daha bir çok devlet sektöründe hiç bir Türk bulunmamaktadır.
Öte yandan, Türklerin kamu hizmetinde çalışan Türk oranını arttırma yönündeki talepleri şu an karşılanabilecek gibi görünmemektedir. Çünkü kamu sektöründe aşırı istihdam vardır ve bu durum ekonomiyi oldukça zorlamaktadır. Akılcı düşünülürse, gerçekte Makedonya hükümetinin kamu sektörünün verimli çalışması için istihdamı genişletmesi değil, tam tersine daraltması gerekmektedir. Ayrıca yeni çalışanlar almak için Makedon memurları işten çıkartmak gerekmektedir ki bu da topluluklar arasındaki var olan gerginliği daha da arttırabilir. Bunların yanında Türkler arasında eğitim seviyesi Makedon nüfusa kıyasla daha düşüktür ve bu da devletin yüksek kademelerinde Türklerin işe girebilmesi şansını azaltmaktadır. Sonuç olarak, Makedonya Türklerinin özellikle çoğunlukta yaşadığı bölgelerdeki iş alanlarına Türkleri yerleştirmeye çalışabilir ama yine de etnik grupların kamu sektöründe eşit oranda çalıştırılması uzak bir ihtimal olarak görünmektedir. 2001 yılında imzalanan Ohri çerçeve anlaşması gereğince Makedonya’da yaşayan Türklere iş olanakları tanınmaya başlanmıştır, öyle ki 2001 yılında toplam çalışan nüfusun içinde Türklerin yüzdesi 0.36 olarak belirlenmiştir; bu rakam 2002’de 0.50%, 2003’de 0.56% düzeyine çıkmıştır. 2006 yılında ise bu oran 1.4% düzeyine çıkmıştır. Ancak istatistiki verilerden de görüleceği üzere gerekli denge oranı (3.85%) halen sağlanamamıştır.
c) Asimilasyon – Ayrımcılık
19. asrın ikinci yarısında birçok Makedon şehrinde nüfus olarak çoğunluk Türklerden oluşmaktaydı. Ancak, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türklere yapılan baskılar sonucunda söz konusu yerlerde Türklerin nüfusu iyice azalarak bazı yerlerde azınlık durumuna düştüler. Birinci Dünya Savaşı’nın neticesinde kurulan Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’nın 1921’de yaptığı nüfus sayımında Makedonya’da 150.000, Yugoslavya’da ise 430.000 Türkün yaşadığı tespit edilmiştir.
1918-1941 yılları arasında Türkler, Yugoslavya’dan özellikle Vardar Banlığı adı verilen Makedonya’dan Türkiye’ye göç ettiler. İkinci Dünya Savaşı yıllarında İtalyanlar tarafından işgal edilen Batı Makedonya, Arnavutluk’a devredildi. Arnavut idarecilerin buralarda yaşayan Türklere eğitim, kültür, ekonomik, ve benzeri alanlarda uyguladıkları haksızlık ve baskıların neticesinde Türklerin bir kısmı Arnavutlaştırıldı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda Yugoslavya idarecileri Türklere dil, din, eğitim, kültür, sosyo-ekonomik ve siyasi baskılar yaptılar. Bu baskıların neticesinde on binlerce Türk, Türkiye’ye göç etti. Komünist bir Balkan federasyonu kurma hayaline kapılan Tito ve yandaşları, Arnavutluk’u yanlarına çekmek için Makedonya’nın Batı kesiminde yaşayan Türkleri Arnavutların ellerine teslim ettiler. Bu fırsattan yararlanan Arnavut idarecileri, 1941-1944 yılları arasında Türkleri tamamen eritme politikası yürütmeye başladılar. Bütün bu baskı ve haksızlıklara maruz kalan Türklerin bir kısmı 1948 nüfus sayımında kendini Arnavut göstermek mecburiyetinde kaldı. Bu nüfus sayımında Makedonya’da toplam 95.940 Türkün yaşadığı tespit edildi. Bu sayıma göre Türklerin çoğu Üsküp’te ve Makedonya’nın Doğu kesiminde yaşıyordu. Ancak bu tespit doğru değildi, çünkü Makedonya’nın batı kesimindeki birçok şehir, kasaba ve köylerin nüfusunun büyük bir çoğunluğunu Türkler oluşturuyordu.
Batı Makedonya Türklerinin azınlık durumuna düşürülmesine Makedonya hükümeti tepki göstermeyerek seyirci kaldı. Ancak, Yugoslavya’nın Mart 1948’de Sovyetler Birliği’yle arası açılınca devlet, Arnavutluk’a ve Makedonya Arnavutlarına karşı tavrını değiştirdi. Bu sırada Türkler biraz rahatladı. 1950/51 ders yılından itibaren bir çok Batı Makedonya şehrinde Türk ilköğretim okulları açılmaya başlandı. Böylece o güne kadar çeşitli sebeplerden dolayı kendilerini Arnavut olarak gösteren Türkler yeniden kimliklerine sahip çıkmaya başladılar. 1953 nüfus sayımında, Makedonya’da 203.398 Türk’ün yaşadığı ve bu sayının Makedonya nüfusunun % 15.6 ’lık önemli bir kısmını oluşturduğu görülmektedir.
1950’lerin başında Makedonya Türklüğü büyük bir tehlikeyi atlatmak üzereyken Türkiye Cumhuriyeti ve Yugoslavya arasında “Serbest Göç Anlaşması” imzalandı. Buradaki Türk varlığına büyük darbe indiren bu anlaşmanın imzalanmasıyla Makedonya Türklüğü çözüldü. 1952-1959/60 yılları arasında Makedonya’dan Türkiye’ye on binlerce Türk göç etti. Birçok aile parçalandı, kalanlar ise perişan oldular. Balkan savaşları kadar feci sonuçlar doğuran bu göç yüzünden Makedonya Türkleri geleceklerine ait tüm umutlarını kaybederek, bir ölüm kalım savaşı vermeye başladı.1961 nüfus sayımında Batı Makedonya’da yaşayan Türklerin sayısında bir artış kaydedildi. Ancak bu artış, Makedonya’nın bu kesiminde yaşayan bazı Arnavutların Türkiye’ye göç etmek için kendilerini Türk olarak göstermelerinden kaynaklanıyordu. Bu nüfus sayımı Makedonya’da 131.481 Türkün yaşadığını ve bunun Makedonya nüfusunun % 9.4’ünü oluşturduğunu gösterdi.
1968 yılında Makedonya’da hızlanmaya başlayan Arnavut milliyetçiliğinden Türkler de nasibini aldı. Bu olaylardan sonra bazı Arnavut aydınları “Makedonya’da Türk yoktur. Türkçe konuşan veya Türkleşmiş Arnavutlar vardır” tezini öne sürmeye başladılar ve dil, eğitim, kültür, sosyo-ekonomik ve siyasî haksızlıklar yaparak Türkleri eritmeye çalıştılar.(Bu düşünce bazı Arnavut aydınlarında hala geçerli olup geçtiğimiz 2005 yılında bir Arnavut partisinin yöneticisi bu tezi resmen medya ününde kullanıp Makedonya’ da Türk yok dedi.) Bunun neticesinde Türk nüfusunun, 1971 nüfus sayımında 22.932 kişilik bir azalmayla 108.552’ye düştüğü görüldü. Bu güçler olmamış olsaydı, şu anda Makedonya’daki Türk nüfusunun sayısı 380.000-450.000 veya toplam sayının %19-%22’si olacağı tahmin edilmektedir.
Makedon Komünist idarecileri söz konusu yıllarda bazen Türkleri, çoğu zamanda ise Arnavutları destekleyerek, bu iki Müslüman unsuru birbirine kırdırma siyaseti uyguladılar. Aslında Makedonların gözünde Arnavutlarla Türklerin çok farkı yoktu. Tarih boyunca Arnavutlarla beraber “ortak düşmanları” Türklere karşı savaştıkları tezini öne sürerek, Arnavutları kendilerine bağlamaya çalıştılar. Ancak uygulanan politikalardan en büyük zararı gören sadece Türkler oldu. Nitekim 1981 nüfus sayımında Türklerin sayısı 86.591’e düştü.
1981-1990 yılları arasında son günlerini yaşayan Makedon totaliter rejimi Türklere ve Arnavutlara her zamandan daha çok baskı yaptı. Makedon idarecileri bu yıllarda Müslüman olan herkese kuşkuyla baktılar. Devlet dairelerinde, eğitimde ve bilim alanında Türk ve Arnavutlara birçok kısıtlamalar getirdiler. Başta Türkler olmak üzere Makedon olmayanların temel hak ve hürriyetlerini esirgeyerek onlara yabancı muamelesi yaptılar. Bu etnik unsurların sayılarını olduğundan çok daha az ve istedikleri kadar gösterdiler.
d) Din – Kültür – Tarihi Eserler
Makedonya da yaklaşık 2 milyon nüfusun 68,3% Hristiyandır. Bunlar içinde en yüksek oranı 66,3% Ortodoks meshebinde olanlar oluşturmaktadır. İkinci olan Müslümanların oranı 30% dur.Hiçbir dini inancı olamayan insanların oranı ise 0,3 % tür. Makedonların yaklaşık 95% i Ortodoks meshebine,1,2% si İslam dinine mensuptur. Arnavutların 98%’ inden fazlası Müslüman, 0,4 % ise Hristiyandır . Arnavutlar arasında ateist olan yoktur. Türklerin 98% Müslüman, 0,1% ateisttir (dinsizdir).Türkler arasında Hristiyan dinine ait yoktur. Romların 91,6 %’ sı Müslüman, 2,1% ise Hristiyandır. Ulahların 98%’ i Hristiyandır, Ulahlardan Müslüman olan yoktur .Sırplarda 97% Hristiyan, sadece 3 % Müslümandır. Boşnakların 98%’ i Müslüman, 0,9 %’ u Hristiyandır. Bulgarların 95% Hristiyandır . Buna karsın Müslüman Bulgarlara rastlanmamıştır. Hırvatların 84%’ ü Hristiyan yaklaşık 2% Müslümandır 8% de ateisttir.Karadağlılar 80% Hristiyan.3% de Müslümandır. Karadağlıların yaklaşık 3% ünü ise ateistler oluşturmaktadır. Bu tabloda da görüldüğü gibi Makedonya etnik, linguistik ve dinsel açıdan Balkanların en karışık bölgelerden biri olduğu anlaşılmaktadır.
Bizce Din hak ve hürriyetleri , insan hak ve hürriyetlerinin ayrılmaz bir parçası sayılmaktadır . Diğer hak ve hürriyetler kaynak olarak din ve vicdan hürriyetinden kaynak almaktadırlar . Toplumun huzuru ve salaeti için din hak ve özgürlüklerinin ayrı bir yeri olması gerekir .
Din , sadece inanç anlamına gelmiyor. Din, çok sayıda hükümleri ve prensipleri olan ahlak niteliğini taşımaktadır . Hazreti Peygamber Muhammed (s.a.v.) buyurmaktadır ki : Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmişim . Devlet, din haklarına daha çok önem ve ilgi göstermek gerekir . Bu haklar sırf kâğıda yazılı kalmamalıdır . Bireyler ve dini kurumların pratikte bu hakları kullanmalarında büyük zorluklarla yüz yüze gelmektedirler . Devlet, bir an evvel ibadet yerlerinin inşaatını , onarımını ve bakımını liberalleştirmek mecburiyetindedir ; Dini birliklerin haksız olarak alınan mallarının geriye iadesi gerçekleşmelidir ; toplulukların dillerinde din içerikli kitapların basılmasını sağlamalıdır; dini görevlilerin eğitim toplulukların dillerinde olmasını sağlamalı . Devletimizin bazı bölgelerinde en ihtiyaçlı dini görevlerini yerine getirecek dini görevlilerin olmadığı görünmektedir . Örnek olarak Doğu Makedonya’da Türklerin yaşadıkları bölgelerde bu sorun göze çarpmaktadır .
Acı bir gerçek var ki, devlet sübjektif ve objektif nedenlerden dolayı var olan din hak ve hürriyetlerini değişik mekanizmalarla yeterince ilgi gösterecek yerde engel çıkarmaktadır . Siyasal nedenlerden dolayı bir dini birliğine ağırlık vererek diğer dini birliklerini ihmal ederek taraf tutmaktadır .
Makedonya’da , dini birlikler ve kuruluşların kanunen her ne kadar eşit olmaları yazılıysa, pratikte bu böyle değil . Pratikte uzun zaman bir dini birliğe ağırlık vererek diğer dini birlikler saf dışı bırakılmıştır . Anayasada her ne kadar din devletten ayrıdır ve dini birlikler eşittir ilkesi yürürlüktedir dense de, pratikte devlet aleni davranışlarda , sadece bir dini birliği ilk plana çıkarmaktadır.
Dini Birlikler ve dini gruplar arası ilişkiler komisyonuna gelince, kanaatimce bu kurum dinler arası diyalogdan ve inanç hak ve özgürlüklerin bu kadar kötü durumundan en büyük sorumluluğu taşımaktadır . Bu kurum yıllarca din hak ve hürriyetlerin duraksamasına sebep olmaktadır. Bunun ötesinde asla objektif olmamış taraf tutmaktan kurtulamamıştır.
Son zamanlarda din mabetlerine ve din görevlilerine saldırılar artmaktadır. Bu saldırılar hangi taraftan gelirse gelsin, sorumluların suçlanması ve bir an evvel hukuk önünde hesap vermeleri gerekir . Makedonya’da kriz döneminde MİB’e ait 56 altı dini mabedin yıkıldığı , yakıldığı ya da hasara uğradığı tespit edilmiştir . Bu eserler arasında 6-sı kanunlar ve UNESCO himayesi altında bulunmaktadır .
e) Medya
İlk kez 1943’te çıkmaya başlayan efsanevi Türk gazetesi Birlik, mali sorunlar nedeniyle 2003’te yayın hayatına veda etti. Türkçe yayın ise günde 150 dakikalık bir süre ile Makedonya Devlet televizyonunun 3. kanalında yapılmaktadır. Bir özel Türk radyosu -Gostivar’da Rumeli FM yayınlarına devam etmektedir. Bu dönemde Birlik gazetesinin boşluğunu kapatmaya çalışan bir tek gazete var o da Yeni Balkan Gazetesi. Devletten hiç bir yardım görmeyen gazete tek başına ayakta durmaktadır. Üsküp’te bir dönem Süper FM radyosu faaliyete geçip 3 yıl süren mücadele sonucunda frekans alamayıp,frekans konusunda Türklere bin bir sorun çıkardılar. 3 yıl dönem dönem bir çok defa radyoya polisler,müfettişler radyonun frekansı olmadığından tesisata el koyup radyoyu kapattılar.Bu problem günümüzde de devam etmektedir.
Ohri Anlaşmasının bir sonucu olarak, Makedonya’nın üç devlet televizyonundan biri, aralarında Arnavutça, Sırpça, Türkçe, Slav ve Roman dillerinin de yer aldığı azınlık dillerine ayrılmış durumdadır. Bu altı dil bölümü içinde, MRTV yaklaşık 2.000 kişi çalıştırılmaktadır. Son yıllarda, bağımsız TV kanallarıyla girilen çetin rekabetin yanı sıra, siyasî müdahaleler ve kaynak bulma sorunları, albenisi olmayan programların yapılmasına ve kanalın artık izlenmeye değer olmadığı yönünde ortak bir izlenimin doğmasına yol açmıştır. Burada belirtilmesi gereken bir diğer husus ise, MRTV’nin yayın akışı veya yayın politikasının revize edilmesinin herhangi bir sorunu çözmek için yeterli olmayacağı ve sadece çözümün ertelenmesine yol açacağıdır. Bununla birlikte Makedonya’da ülke çapında birden fazla dilde yayın yapan tek radyo ve TV kanalı olan ulusal yayın organı MRTV, kaynak kıtlığı ve kötü yönetimle geçen ve siyasi baskılar nedeniyle inandırıcılığını kaybettirdi. Nitekim Türkçe yayınları devamlı kesilip Meclis programını MRTV yöneticileri yayına alıyorlardı ve 150 dakikalık süre bazen de sadece 15 dakika sürüyordu.
f) Yolsuzluk
Makedonya’da, azınlıklar sorunu ile doğrudan bağlantılı olmasa da, bir diğer önemli mesele yolsuzluklardır. Makedonya kaynaklı haberlere göre, son birkaç sene, Makedonya’daki ahlaksız politikacılar için cennet gibi geçti. Bazı milletvekillerine büyük miktarlarda rüşvet verildi, halkın paraları hortumlandı, devlet teşekkülleri değeri düşürülmüş bedellerde yabancı yatırımcılara satıldı ve gümrük memurları sınırı kontrol etmek yerine rüşvet aldılar. Yolsuzluk o kadar yaygın hale geldi ki, Uluslararası Kriz Ekibi son raporlarından birinde, “her ülkenin kendi mafyası vardır, ama Makedonya’da mafyanın bir ülkesi var” ifadesini kullanmıştır.
Yolsuzluklar ve mücadelede zafiyet, zorlukla bir arada duran toplulukların birlikte yaşama azmini ve sisteme olan inancını olumsuz etkilemektedir.
Eylül 2002’de iktidara gelen hükümet, yolsuzluk ve organize suçla mücadele edeceğine ilişkin söz vermiştir. Sekiz ay sonra, hakkında soruşturma yürütülen veya hapse atılan üst düzey parti yetkilileri, uzun bir liste oluşturmuştur. Bunlar arasında VMRO-DPMNE ve Arnavut Demokrat Partisinin üst düzey üyeleri, bir eski bakan, devlet teşekküllerinin genel müdürleri, milletvekilleri ve kamu kuruluşlarının müdürleri de yer almaktadır.
Nisan 2003’te hükümet meclise sunmayı planladığı yeni bir yolsuzluk karşıtı stratejiyi tanıttı. Hükümet söz konusu stratejiyi, cezalandırma için yasal ölçütler sağlayacak ve yüksek kademeler ve kamu yönetimindeki yolsuzluk koşullarını ortadan kaldıracak anayasa ve yasa değişikliklerine zemin olarak kullanmayı planlamıştır.
Girişim çerçevesinde, siyasîler, hakimler, kamu savcıları, gümrük görevlileri, polis memurları, vergi tahsildarları ve Makedonya’da en büyük yolsuzluğun yaşandığı diğer mesleklerdeki kişilerin gelirleri ve varlıkları ajanlar tarafından izlenecektir.
Hükümet görevlileri, önceden olduğu gibi siyasî dokunulmazlık korumasına sahip olmayacaklardır. Siyasî partilere yapılan bağışları denetleyecek yeni kurumlar oluşturulacak ve kamu savcılarını ve hakimlerini atama ve görevden alma yetkisine sahip yeni bir kurul meydana getirilecektir.
Bu strateji, özellikle ülkede yolsuzlukla mücadeleyle görevli bir komisyon hala var olduğu için, halk arasında çeşitli tepkilere neden olmuştur. Stratejinin kendi yolsuzluk karşıtı programının hazırlanması için, Makedonya ve Avrupa Konseyinden 40 uzmanın bir araya geldiği bir forum düzenlenmiştir.
Gençlerin insan haklarına bakış açısı
Makedonya ‘ da ki Türk gençliğin insan haklarına bakış açısı eğitimsizlik, siyasallaşma ve bilgisizlikten ibarettir. Ayrıca ev kadınlığı gibi neredeyse tek başına incelenmesi gereken bir sosyal statü de gençlerin bu konuya bakış açısını derinden etkilemektedir. Bu noktada, eğitimle ya da siyasa değişiklikleriyle etkilenebilecek bazı “davranışsal” değişkenler olsa bile; genel olarak bir nesil içerisinde değişmesi bile mümkün olmayan “yapısal” etkenler de az bir miktarda bulunmaktadır. Ancak, herhangi bir konunun siyasallaşmasının o konudaki bilinci arttırdığı göz önünde bulundurulursa, söz konusu insan hakları maddelerinin bir siyasal programla ilişkilendirilmesi, bilinçliliği olmasa bile haberdarlığı kısa zamanda arttıracak gibi gözükmektedir.
Sonuç olarak, Makedonya’daki Türklere yapılan insan hakları ihlalleri işsizlikten başlayarak eğitime kadar devam etmektedir. Günümüze kadar Makedonya Türk’ü insan hakları mahkemesine başvurmamıştır. Aynı öyle günümüze kadar hiçbir Türk bu konuyu gündeme getiremedi, çünkü insan hakları konusunu gündeme getirdiğinde özellikle Türklere yapılan ihlaller söz konusu olunca gündeme getirmek isteyen kişi ya işten kovulur yada bazı baskı sonucu gündeme getiremiyor.
Enes İbrahim