Balkanlar Avrupa’nın güneydoğusunda Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Türkiye’nin bir bölümünü içine alan bir yarımadadır. Türkler, MS. IV. yüzyılda Batı Hun Türklerinin yerlerinden kopmaları ve Orta Avrupa bozkırlarına gelmeleri sonucunda yeni bir yurt kurarlar. Bu yerleşme aynı zamanda günümüz Avrupa Dünyasının biçimlenmesine ve bugünkü coğrafi düzene girmesine etki eder. Hun Türkleri Ural ve Kafkasya Bölgesinde Orta Avrupa, Adriyatik kıyıları ve Balkanlara uzanan geniş bir alanı kontrol ederler. Kuzeyden ve güneyden gelen Türkler XIII. yüzyıl içinde Avrupa’da birleşir ve zamanla Hıristiyanlaşırlar. Türk halk kültürünün bu coğrafyada etkisi bu yıllara kadar dayanır.
XI. ve XII. yüzyıllarda Peçenek, Kuman ve Uz Türkleri Balkanlara gelip yerleşirler. XIII.yüzyılın ortalarında da Moğol istilasından sonra Sarı Saltuk ile sonradan onun adıyla anılan Türkmen aşireti Balkanlara geçerek Türk topluluğunu meydana getirir. Balkanlarda asıl ve kalıcı ilişkiler Osmanlıların kuruluş yıllarından itibaren Osmanlıların bu topraklara ayak basmalarıyla başlamıştır. Orhan Gazi’nin büyük oğlu ve Rumeli Fatihi olarak da anılan Süleyman Paşa’nın 1354 yılında Çanakkale Boğazı’nı geçerek Gelibolu’ya adım atmasıyla fetih hareketi başlamıştır.
Türkler 14.yüzyılın ortalarından itibaren Balkanlara damgalarını vurmuşlardır. Doğal olarak Balkanlardaki yerli topluluklardan etkilenmişlerdir. Ancak Türklerin yönetici kesim olarak kendi etkileri daha büyük olmuştur. Fransız Georges Castellan, 14-18. yüzyıllar arasında Balkan halklarının dil ve dinlerini değiştirmeden Türk usulü yaşadıklarını belirtmekle yetinmez, şunları da ekler: O dönemin seyyahları Balkan kentlerinin hatta Hıristiyan nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde bile yaşama biçiminin Türk karakterinde olduğunu belirtir. Buna göre “Selanik, Belgrat, Sofya’da herkes çarşaf giyiyordu ve pek çok kilise kadın ve erkekleri ayıran tahta parmaklıklarla bölünmüştü. 19. yüzyıla kadar Belgratlı Sırp kadınlar çarşaf giyiyor kocaları da sarık sarıp nargile içiyorlardı. 1829’da Vuk Karaciç de bunları doğrular. Şehirde Sırplar Türk adetlerine göre yaşıyorlardı[3]. Bu konuda 1665’te Rycaut’un verdiği örnek çarpıcıdır. Rycaut “Osmanlılardan önce 1200 yıllık geçmişi olan Sofya kendi için öylesine her şeyiyle Türk ki içinde Türklerin kendilerinden daha antik görünen hiçbir şey yok” der.
Makedonya’da ve Bosna’da Türklerin hayatlarına imrenen Hıristiyan halk kitleler halinde İslam dinine geçiyordu. Osmanlılar akılcı iskan politikalarıyla Balkanlarda işgal ettikleri topraklara konar-göçer Türk oymaklarını getiriyor, şehir ve kasabalara yerleştiriyorlardı. Ayrıca yeni yurtlarına bağlanmaları ve hayatlarını sürdürebilmeleri için çiftçi ve zanaatı olan Türk göçmenlerle toprak veriliyordu.
Balkan yarımadası Osmanlıların eline geçtikten sonra Balkanlardaki halkların yaşama biçimleri gelenek görenekleri, kültürleri, Türk dilinin yaygınlaşması cami, hamam, medrese, tekke, türbe, çeşme, köprü, kervansaray vd. Osmanlı eserlerinin hızla inşa edilmesiyle değişime uğramıştır. Türklerle, Türk diliyle, Türk kültürüyle iç içe yaşayan Balkan halkları Türk kültüründen etkilenmişlerdir.
19.yüzyılda Balkanları da etkisi altına alan milliyetçilik ve batılılaşma akımlarının sonucu Balkanlardaki Türk halk kültürü etkisi yavaş yavaş azalmağa başladı. Buna karşılık şehirlerin yapısında etkin olan Türk kültürü 20. yüzyılın ikinci yarısında da varlığını hissettiriyordu. Balkan Türk dünyası 20. yüzyılın ilk yarısında siyasi açıdan büyük bir çözülüşü, dağınıklığı kopukluğu yaşadı. Bu olumsuzluklar doğal olarak Balkan Türk halk kültürünü de etkiledi. Osmanlının Balkanlardan çekilmesi üzerine Türkler başka sistemler, başka bayraklar altında yaşamak gerçeğiyle baş başa kaldılar. Bu sancılı dönemde Türkiye Türkleriyle Balkan Türk dünyası arasında doğal ve temel bağ olan Türkçe ve Türk halk kültürü de büyük baskılarla karşı karşıya kaldı. Türk kimliğinin reddi, ardından Türk dili ve Türk halk kültürünün de reddedilmesi gündeme getirildi. Bilinçli ve sistemli olarak tatbik edilen uygulamalara rağmen günümüzde Türk dili, Türk halk kültürü yaşamaktadır. Milli kimlik, milli kültür ve ana dil arasındaki güçlü bağın bilincinde olan Balkan Türkleri değerlerine sahip çıkarak çözülmediler.
1990 yılı sonrası dünyanın siyasi haritası hızla değişip yeniden yapılanmağa başladı. Osmanlının Balkanlardan çekilmesi sonucu, Balkan coğrafyasına hakim olan devletlerin hangi yönetim biçimine sahip olurlarsa olsunlar Türklere, Türk kültürüne sistemli karşı politikalarda birleşmeleri dikkat çekicidir. Yunanistan demokratik sistemde yer almasına rağmen Türk kültürüne karşı izlediği karşı politikayla totaliter rejim politikalarını aratmamıştır. Bulgaristan’da Todor Jivkov döneminde Türkler bir tür dil, kültür ve kimlik soykırımıyla karşı karşıya kalmışlardır. Fakat bu baskı geri tepmiştir.
Romen tarihçisi Beldiceanu günümüzde hala Türk kültürü damgasının yaşadığını şöyle anlatmıştır. “…….Gelenekler ve Osmanlı söz hazinesi halklarının dillerinde yaşamağa devam ediyor. Arnavutlar, Bulgarlar, Yunanlılar, Makedonyalılar, Boşnaklar, Sırplar ve Romenlerin miras aldıkları bu hazineye bir göz atılırsa Osmanlı uygarlığının ne derece kendini kabul ettirmeyi becerdiği ve Balkanlardaki yaşamın bazı yönlerini şekillendirdiği fark edilir. Bir evin mobilyası, oda eşyası, giyim, yiyecek ve kent çevresine ait en az iki yüz kelimenin Türkçe olması anlamlıdır.” Yazarın bu değerlendirmeyi izleyen yargısı ise daha da önemlidir. Yazar, “Doğu Avrupa halkları üzerine vurulan bu damga, Balkanlarda yeni bir kent uygarlığının ilk temellerini Türklerin attığını ve bu roldeki önemlerini iyi yansıtmaktadır. Sırp araştırmacı Milan Vasic de işin Hıristiyan çocuklara Türk ismi vermeğe kadar vardığını, iki kültürün birbirini etkilemesi sonucu tam bir ahengin yaratıldığını belirtiyor.
Türk halk kültürü çok zengin bir yapıya sahiptir. Bu zenginlik köklerini tarihin derinliğinden almaktadır. Türkler, Sibirya’dan, Balkanlar’a, Yemen’den Hindistan’a, Çin’e kadar çok geniş coğrafyaya yayılmış, bu coğrafyalarda devletler kurmuş, bir çok uygarlığa etki etmiş çeşitli uygarlıklardan aldığı kültür öğelerini de Türk kültürüyle yoğurmuştur. Bu hareketlilik Türk kültürünü sürekli ve dinamik kılmıştır. İki binli yıllara girmeye az bir zaman kala bu dinamikler dünyada hareketlenmiş, çınar ağacı hem köklerinden hem dallarından filizler vermeğe başlamıştır.
Türk halk kültürü yüzyıllar boyunca Balkan kültürünü besleyen en önemli kaynaktır. Türk halk kültürü Balkanlarda Türk kimliğinin oluşmasını sağlayan en önemli alt yapı kurumu olmuştur. Türklerden atasözlerine mani dörtlüklerinden tekerlemelere kadar Türk dünyasıyla benzerlik gösteren bu kültür hazineleri daha uzun yıllar Balkan Türklerinin kimliklerinin belirlenmesinde büyük rol oynamaya devam edecektir.
Töreler, tarihsel, sosyal, kültürel nedenlerle ve göçlerle değişikliğe uğrayarak çıkış zamanlarındaki asıllarından uzaklaşabilirler. Tarih boyunca Balkanlar coğrafyası Türk dünyasında önemli bir yer olmuştur. Balkan halk kültürünün coğrafi konumu ve tarihsel bağlarıyla kendine özgü bir durumu vardır. Tarih boyunca göçlerin çeşitli kültür ve birikimlerin Balkan halk kültürünü oluşturan ana etmendir. Anadolu’ya gelen İslamiyet’le Anadolu’da yeniden şekillenen ve oradan Avrupa ortalarına giden Türk kültürü, Balkanlarda yerli halkın kültürlerini etkilemiş, onlardan da etkilenmiştir. Kültür, doğası gereği değişkendir. Gelenek zaman boyutunda başka bir geleneğe dönüşür. Türkler kadar geniş bir halk kültürü coğrafyasına sahip millet azdır.
Türk halk kültürü, yüzyılların deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş kuşaktan kuşağa aktarılan bir değerler bütünüdür. Halk kültürü ürünleriyle yaşadıkları yöre arasında bir bağ vardır. Bu ürünlerin şekillenmesinde tarihi ve kültürel mirasın önemli bir rolü vardır. Gelenekler, içinde bulundukları çevrenin sosyoekonomik durumuna göre davranış kalıpları geliştirirler. Kendine özgü bir halk kültürü olan Balkanlar, Türklerin gelip yerleşmesiyle bir kültürleşme sürecine girmiştir. Bu etkileşim günümüzde de sürmektedir.
Halk kültürü ürünleri bir milletin meydana getirdiği kültürel değerlerin bütünüdür. Her toplumun kendine özgü kalıplaşmış değerleri vardır. Halk kültürü ürünleri halkın kültür yapısını belirleyen yaşadığı toplumun dokusu, milletin söz sanatlarındaki semboldür. Balkanlardaki Türk halk kültürü ürünlerinin Türklerin ortak duygu ve düşüncelerini dile getirmesi bakımından ve kültürün korunmasında, yaşatılmasında önemli işlevi vardır. Bu halk kültürü ürünlerinden Balkanlarda yaşayan Türk halkının estetik modelini, beğenisini, sosyal tarihini, toplumun ahlâk anlayışını ve örnek değerlerini öğrenebiliriz.
Bugün Balkanlarda tekerlemeler, masallar, halk hikayeleri, bilmeceler, atasözü ve deyimler türküler, maniler (martifal) ninniler, ağıtlar vb. yaşamaktadır. Bir çok Türk atasözü Balkan dillerine çevrilmiş ve kullanılmaktadır. Bir çok Türk türkü ezgisini Balkan şarkılarında görüyoruz. Balkanlarda Türk kültürünün yöre halkına ne denli etki ettiğinin en açık göstergesi ise onların dillerine girmiş Türkçe kelimelerdir. Sırpça-Hırvatçaya yedi bin, Makedoncaya yedi sekiz bin, Bulgarcaya beş bin, Rumcaya üç bin, Arnavutçaya sekiz bin, Macarca ve Romence’ye de çok sayıda Türkçe kelime girmiştir.
Balkanlarda halk kültürü ürünleri, kültürünün yayılmasında önemli rol oynamıştır. Aşıklar köklü bir Balkan âşıklık geleneği oluşturmuşlardır. Eski Yugoslavya’da Priştine, Prizen, Üsküp’te güçlü bir âşıklık geleneği vardı. Aşık kahvehanelerinde âşık fasılları yapılıyordu. Anadolu’dan gelen âşıklar âşıklık geleneğini Balkanlara taşımışlardı. Balkanlı âşıklar da İstanbul’a gelerek âşık kahvehanelerinde Balkan aşıklık geleneğinin örneklerini sunmuşlardır. Balkan âşıkları gezginci âşıklık geleneği gereği bütün Balkanları gezerek âşık tarzı şiirler söyleyerek, halk hikayeleri anlatarak, muammalar çözerek düğün ve çeşitli törenlere katılarak Türk halk kültürünü yaymışlardır. Diğer koldan dervişler Balkanları gezerek tekke ve zaviyeler açarak dini-tasavvufi şiirler söyleyerek Türk kültürünün Balkanlarda kök salmasında etkin rol oynamışlardır. Aşıkların “dörtlük örme” adını verdikleri atışma örneklerinin pek azı günümüze gelmiştir. Bazı cönk ve mecmualardan tespit edilen şiirlerin büyük bir bölümü anonimleşmiş şiirlerdir. Balkanlı divân şairleri hakkında bilgimiz bulunmasına rağmen âşıklık geleneği ve aşıklar hakkında fazla bilgimiz yoktur.
Balkanlarda âşıkların destanları toplumun değer verdiği kişi ve olayları anlatan, halkın duygu, istek ve umutlarını sergileyen hayati yapıya sahiptir. Balkanlardaki âşıkların tarihsel ve toplumsal olaylara bağlı şiirlerinde Balkanlardaki Türk insanının acılarını, sevinçlerini umutlarını, özlemlerini buluruz. Toplumu çok yakından ilgilendiren olayları destanlaştıran âşıkların destanlarında toplumun sosyal yapısını, psikolojisini bulabiliriz. Bu yönleriyle söz konusu destanlar sosyal tarihe kaynaklık ederler.
Prof. Dr. Erman Artun