Günümüzde hacca gitmenin, geçmişe nisbetle çok kolay olduğu söylenebilir Şüphesiz. İstanbulve daha birçok şehrimizden kalkan uçaklar üç- üç buçuk saat içerisinde Cidde Havalimanı’na inmekte, oradan otobüsle Mekke-i Mükerreme’ye geçilerek hac farizasının ifasına başlanmaktadır. Bugünkü imkânların olmadığı o eski devirlerde hacca acaba nasıl gidilirdi? 20-30 yıl öncesine kadar uçakla değil otobüslerle mübarek topraklara gidildiğini, şehirlerin büyük meydanlarına toplanan kalabalıkların, sıra sıra dizilmiş hacı otobüslerini gözyaşları içinde uğurladığını hatırlıyoruz.
Bunu geçelim. Daha gerilere gidelim. Osmanlı devrinde hac deyince akla, hemen bu üç aylık yorucu ve uzun seyahat gelir; yorucu ve zahmetli fakat rahmete vesile bir seyahat. Hac farizasının ifasıyla dönüş yolu da hesabakatıldığı takdirde memleketten, es dosttan dokuz-on aylık bir ayrılığa mukabil hakikî dost ve sevgiliyle vuslat. İste bu makalemizde Osmanlı devrinde hacca nasıl gidilirdi sualine cevap arayacak ve sizlere Osmanlı devrinden, mukaddes topraklarda hac farizasını ifa eden mümin manzaraları sunmaya çalışacağız.
Osmanlılar ve Hicaz
Birçok İslam tarihçisi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Dört Halife devrinden sonra kurulan İslam devletleri içinde en büyük, en önde gelen ve İslamiyet’i yaymak yolunda en çok gayret gösteren devletin, Osmanlı Devleti olduğunda ittifak etmektedirler.
Osmanlılar, Memlûk Devletini ortadan kaldırdıktan sonra bütün Memlüklü topraklarının hâkimi, Hicaz, Mekke-i Mükerreme ile Medîne-i Münevvere’nin de hadimi oldular (1517). Osmanlıların Peygamber Efendimiz’e, Âl’ine, Ashab’ına ve mukaddes beldelere gösterdiği tazim ve hürmet her türlü takdirin üstündedir. Bu hürmet, devletin mukaddes beldelere sahip olmasından çok öncelere uzanmaktadır. Daha Yıldırım Bayezid Han devrinde “surre” denilen hediyeler mukaddes topraklara gönderilmeye başlamıştı. Fatih Sultan Mehmed Han hacıların hac yollarında sıkıntıya düşmemeleri için hiçbir fedakârlıktan çekinmemişti. Memlûk Devletine son veren Yavuz Sultan Selim Han, Haremeyn-i Şerifeyn’in hâkimi değil hizmetkârı olmayı yeğleyerek Osmanlıların mukaddes beldelere gösterdiği hürmeti mükemmel bir şekilde vurgulamıştı.
Osmanlıların fetih sonrası Hicaz’da süratle imar faaliyetlerine başlamış olması, hem hizmet inancı hem de hacıların hac zamanındaki huzur ve refahlarınısağlamak gayesine matuftu. Hicaz’a, müteakip 400 yıl boyunca da gereken ehemmiyet daima gösterilmiştir.
Osmanlı Devrinde Hac
Tarih boyunca hacca giden müminler, kara yolu olmak üzere yedi yoldan mukaddes topraklara ulaşırlardı. Bu yedi yol; Şam’dan, Mısır’dan, Aden’den, Amman’dan, Lahsa’dan, Basra’dan ve Bağdat’tan Mekke’ye giden yollardı. Osmanlı zamanında ise bu yedi yoldan birinci derecede ehemmiyet verilen iki tanesi -devlet kontrolünde olarak- kullanılıyordu. Bunlar Sam ve Kahire yollarıydı.
Şam Yolu
Anadolu ve Rumeli’den hacca gidecek Müslümanlar, bulundukları yerlerden hareket ederek Mahmil-i Şerif ve Surre Alayının da içinde bulunduğu kâfilenin yola çıkışına kadar Şam’da toplanmış olurlardı. Şam yolunu kullanacak hacı adayları, Anadolu’nun “sağ kol” denilen yolunu kullanırlardı. Bu sebeple bu yola “hac yolu” da denilmekteydi. Bu yol, Üsküdar-Gebze-Eskişehir-Konya- Adana-Halep güzergâhını kullanarak Şam’a ulaşırdı.
Hac kafilesinin ve Surre Alayı’nın emniyet içerisinde seyahat edebilmesi için yolüzerinde bulunan beylerbeyi, sancakbeyi, kadı, mütesellim ve yeniçeri serdarı gibi yüksek rütbeliler vazifelendirilmekteydi. Ayrıca, günlerce süren yolculuktahacıların iaşe ve ibatelerinin sağlanması için muazzam bir menzil teşkilatı vücuda getirilmişti. Hacıların ihtiyaçlarını giderebilmeleri, alış-veriş yapabilmeleri için çeşitli kaza, kasaba ve büyük köyler olmak üzere yerleşim yerleri tesbit ediliyordu.
Mısır Yolu
Mısır hac kafilesi, Mısır Mahmili de içinde bulunduğu halde daha ziyade Kuzey ve Orta Afrika’dan gelen hacılardan oluşurdu. İstanbul’dan deniz yoluyla gelen hacılar da burada toplanırdı. Şam kafilesinde olduğu gibi Mısır kafilesi de eşkıya saldırılarına karşı büyük kuvvetler tarafından korunur, hacıların muhafazası, iaşe ve ibatesi için gerekli tedbirler alınırdı. Mısır kafilesinde de mukaddes beldelerin halkına götürülmek üzere hazırlanmış hediyeler bulunurdu.
Mısır’dan çıkan hac kafilesinin birinci menzili Birketü’l- Hac’dı. Mısır hacılarının ekseriyeti burada toplanmış olurdu. Buradan hareket edildikten sonra günlerce kara yoluyla Vadi-i Numan, Sathu’l-Akabe, Eyle, El-Vech, Yenbu ve Râbiğ’den geçilip oradan meşhur yoldan Mekke’ye gelinirdi. Şam ve Mısır kafileleri, zaman zaman değişmekle beraber Medayin-i Salih, El-Ulâ, Medine, Râbiğgibi yerlerde birleşir ve yola birlikte devam ederlerdi.
Deniz Yolunu Kullananlar Mısıra Gelirlerdi
İstanbul ile Ege ada ve sahillerinden deniz yoluyla hacca gidecek müminler gemilerle hareket ederek İskenderiye’den karaya çıkarlar ve oradan Kahire’ye ulaşıp burada toplanan kafileye iştirak ederlerdi. Mısır Osmanlılara geçmeden evvel de Osmanlı hacıları deniz yolunu kullanıyorlardı. Yol sırasında hacıları taşıyan gemiler zaman zaman Rodos (sonradan Malta) şövalyelerinin saldırılarına maruz kalabiliyordu.
Daha uzun süren fakat daha güvenli olan Şam yolunu kullanmak istemeyen Osmanlı hacıları bu şekilde Mısır’a kadar deniz yolunu tercih ediyorlardı. İsmail Hakkı Bursevi, 1710 yılında hacca giderken önce Bursa’dan İstanbul’a gitmiş, burada bir ay kaldıktan sonra deniz yoluyla İskenderiye’ye, oradan da Kahire’ye ulaşmıştı. Yine Osmanlı devri Halvetiye şeyhlerinden Karabaş Veli de 1685 yılında deniz yoluyla aynı güzergâhı kullanarak hacca gitmişti.
Diğer Yollar
Şanı ve Kahire yollarının dışında Yemen ve Bağdat-Basra yolları da öne çıkmaktadır. Yemen yolu kadim hac yollarından biri olmakla beraber Osmanlı kaynaklarında bu yolla ilgili fazla bir malumata rastlanmamaktadır. Yemen başta olmak üzere, Asir, Umman, Kızıldeniz’in Afrika sahilleri, Hadramut ve Orta Afrika’nın doğusundan yola çıkan hacılar Yemen yolunu kullanırlardı.
Bağdat ve Basra’dan Hicaz’a doğru Arabistan yarımadasını doğudan batıya aşan kervan yolları ise Safevilerle olan siyasi ihtilaflar sebebiyle pek işlek değildi. İranlı hacılar genellikle Bağdat’tan Basra’ya ve oradan Hicaz’a giden yolu kullanıyorlardı. Fakat Osmanlı Devleti,İranlı hacıların resmî Şam, Kahire veya Yemen güzergâhını kullanmasını mecburi tutmuştu. Bu yolun bazı zamanlarda açıldığı olmuş ancak özellikle savaş zamanlarında kapalı kalmış, kullanılmamıştır.
Süveyş Kanalının Açılmasından Sonra
Buharlı gemilerin ortaya çıkışı ve 1869 yılında Süveyş Kanalının açılmasıyla hac yollarında önemli değişmeler meydana geldi. Karadan deve kervanlarıyla yolculuk, yerini büyük ölçüde deniz ulaşımına bıraktı.
İlk buharlı gemiler Süveyş’le Mekke’nin limanı olan Cidde arasındaki yolculuklarına 1858 yılında başladılar. Süveyş Kanalının açılmasından sonra Anadolu ve Rumeli hacıları artık deniz yolunu kullanır oldular. İstanbul’dan hareket eden gemilerle yola çıkan hacılar, Cidde’de karaya çıkarak iki gün istirahat ettikten sonra deve veya merkep kervanlarıyla Mekke’ye hareket ediyorlardı. Şam yolu artık eski ehemmiyetini kaybetmiş, 1882 yılında bu yolu yalnızca 4000 hacı kullanmıştı. Artık mahmil devesi bile dönüş yolunu denizden yapıyordu.
Sultan İkinci Abdülhamid Han döneminde askerî nakliyatın yanı sıra hac yolculuğunu kolaylaştırmak üzere Hicaz Demiryolu yaptırılmıştı. 1908 yılında Medine’ye ulaşan demiryolunun daha sonra Mekke’ye ve oradan da Cidde’ye kadar uzatılma planı Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesi ve devletin dağılış sürecine girmesiyle mümkün olmamıştı. Açıldığı tarihten bilitibar Hicaz Demiryolunu kullanarak binlerce hacı mukaddes topraklara ulaşmıştı.
Şair Nabi’nın Hac Seyahati
Urfalı Nabi merhum. Türk edebiyatının en büyük ve meşhur temsilcilerindendir. 1678-1679 yılları arasında gerçekleşen hac seyahatini Tuhfetü’l-Haremeyıı isimli eserinde anlatmıştır. Nabi’nin hac yolculuğu, daha hususi bir grupla vaktinden evvelce çıkılan ve uğranılan yerlerde bazen günlerce kalınabilen bir özellik taşımaktadır. İstanbul’dan Şam’a giderken Anadolu’nun sağ kol denilen güzergâhını kullanan Nabi ve beraberindekiler, Şam’dan itibaren yol değiştirerek Kudtis üzerinden Kahire’ye geçmişler ve Mısır hac kervanına katılarak mukaddes topraklara ulaşmışlardır.
Nabi merhum. Üsküdar’dan yola çıkarak Kartal. İzmit ve İznik yoluyla Eskişehir’e ulaştı. Buradan Seyitgazi’ye geçerek Seyvid Battal Gazinin türbesini, sonra Akşehir’de Mahınud Hayranî ve Nasreddin Hoca gibi zatları ziyaret etti. İlgın ve Ladik üzerinden Konya’ya vardı. Mevlana. Sultan Veled ve Sadreddin-i Konevi gibi birçok evliyaullahı ziyaret etti. Yola devamla Ereğli, Adana ve Payas üzerinden Antakya’ya ulaştı. Burada Habib-i Neccar hazretlerini ziyaret etti. Antakya’dan Halep’e geçip orada on gün kaldıktan sonra memleketi olan Urfaya gitti. \krabalan ve eski arkadaşlarıyla geçmiş günleri yâd eden Nabi, burada elli günden fazla kaldı. Hazret-i İbrahim’in (a.s.) Nemrut tarafından ateşe atıldığı yeri gezdi.
Şam’dan itibaren Nabi merhum, Remle, Kudüs, Askalan, Gazze, Ariş, Süveyş ve Sâlihiye üzerinden Kahire’ye ulaştı. Güzergâhtaki şehirlerden Kudüs’te üç gün kalarak Mescid-i Aksa’yı zivarct etti.
Kahire’den de oldukça etkilenmişti. Buradaki büyük zatları da birer birer ziyaret etti. 5 Aralık 1678’de Mekke’ye gitmek üzere Mısır hac kervanına katılarak şehirden ayrılan Nabi. Adiliye, Birketü’I-Hac. Tih Sahrası, Tur-ı Sina Dağı. Akabe. Bedr-i Huneyn ve Râbig üzerinden Mekke-i Mükerıeme’ye kavuştu. Nabi hac farizasını ifa ettikten sonra Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) ziyaret etmek üzere Medine-i Münevvere’ye gitmiş ve Resulullah’ı ziyaret etmiştir.
Kaynak: YEDİKITA Dergisi