Bulgaristan’ın başkenti Sofya’nın 50 kilometre güneyindeki Dupniçe şehri geçmişten bugün izler saklıyor. Beş asır Osmanlı hâkimiyetinde kalan Dupniçe’de farklı medeniyetlerden izlere rastlanıyor. Dupniçe, Bulgarca adıyla Dupnitsa, Bulgaristan başkenti Sofya’ya 50 km. güneyinde tarihi bir şehir. Stratejik konumuyla da tarih boyunca önemini koruyan şehir, Sofya’dan Selânik’e uzanan kara ve demiryolu üzerinde yer alıyor. Kentin, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’daki hâkimiyetini simgeleyen tarihi bir önemi var. Beş asır boyunca Osmanlı hâkimiyetinde kalan Dupniçe adını da bu dönemde aldı. Osmanlı hâkimiyeti altında Köstendil sancağına bağlı kalan şehir, bu dönemde bölgenin İslâmî merkezi haline geldi. Dupniçe hakkında ilk bilgiler Osmanlı döneminde 1445 tarihli bir defterde yer alıyor. O zaman küçük bir kasaba olan Dupniçe, daha sonra SofyaSelanik yolunda önemli bir güzergâh merkezi oldu ve özellikle de kervanların geçtiği Osmanlı’nın önemli idari merkezi haline geldi. Şehrin en eski eserlerinden biri, 1573’te Ahmed Bey tarafından yaptırılan külliye. Cami, hamam ve mektepten oluşan külliyeden geriye, cami ve bahçesinde bulunan türbe kalmış. Zaman içinde kentin merkezi haline gelen külliyeden, 1828’de seyyah J. Hütz’in ve 1836’da Fransız coğrafyacı Ami Boué ‘un anılarında da bahsediliyor. Dupniçe hakkında daha ayrıntılı ve tamamlayıcı bir liste tarihçi Biserov tarafından da kayıtlara geçirilmiş. Biserov, 1867’de Dupniçe’de 1432 ev, dört mahzen, üç hamam, on bir cami, iki imarethane, yedi mektep, dokuz tekke, iki kilise ve bir sinagogun mevcut olduğunu belirtiyor. Saat kulesi önemli bir işlev gördü Dupniçe’de 1878’den sonra MüslümanTürk nüfusun tamamına yakını Osmanlı topraklarına göç etti. Kentteki Müslümanlara hizmet veren tarihi yapıların birçoğu yok edildi. Tarih boyunca çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapan kent, bugün 33 bin nüfusa sahip. İçinde bulunan büyük bir ilaç işletmesinden dolayı “eczacılık şehri” adıyla anılan Dupniçe, genç nüfusun çoğunluğuyla da dikkat çekiyor. Dupniçe şehrinde yükselen saat kulesi, Osmanlı’dan miras kalan mimari eserlerden biri. Namaz vakitlerinin belirlenmesi için inşa edilen saat kulesi, maalesef zamana yenik düşmüş. Saat kadranı bugün çalışmasa da Dupniçe’de yaşayanlar için kule vazgeçilmez bir buluşma noktası. Şehrin en yüksek tepesinde kendini gösteren saat kulesinin yapılışı, 18. asır sonlarında şehri kendi hükümdarlığı haline getiren bir derebeyle bağlantılı. 18. yüzyıl sonlarında Dupniçe’de yarı bağımsız bir idare kuran Arnavut asıllı voyvoda Süleyman Kargalija’nın merkezi oldu. Dupniçeli bir hanım saat kulesinin şehir halkı için büyük bir önemi olduğunu söylerken sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Saat kulesinin en büyük önemi, tarihi bir yapı olması. Burası genç, yaşlı Dupniçeliler’in buluşma noktası. ‘Nerede buluşacağız? Saat kulesinin altında.’ Biz yıllardan bu yana bu ifadeyle büyüdük. Bu durum şimdi de aynı şekilde devam ediyor. Çok güzel görüşmelere, kavuşmalara da şahit olmuştur saat kulesi.” Bugün saat kulesi, akrep yelkovan sesi ile değil, çocukların çığlıklarıyla yankılanıyor. Eski işlevini yitirip artık sessizliğini korusa da, yıllara meydan okumaya devam ediyor. Dupniçeliler saatin kendileri için birleştirici bir hususiyet taşıdığını ifade ediyorlar. Saatin şimdiki bakımsız durumuna ise çok üzüldüklerini ifade ettiler. Kulenin saati bugün bir ”zamansızlık” içerisinde. Kalabalık içerisinde yalnızlığa mahkûm edilen kule, kadranlarının harekete geçeceği zamanını bekliyor.
Sanat galerisine dönüştürülen cami Osmanlı’nın Balkan topraklarında yadigar bıraktığı eserlerden biri de Dupniçe’de bulunan camii. Sofya’ya 50 km uzaklıktaki bu şehirde 1573 yılında yapılan bu cami bugün galeri olarak işlev görüyor. Aslında Bulgaristan’da buna benzer cami, Müslümanlara iade edilmiyor. Bazıları bunun gibi restore edilip, farklı işlev görüyor, bazıları ise yok olmaya mahkûm oluyor. Şehir meydanındaki tarihi cami, Osmanlı döneminde Dupniçe’nin ileri gelenlerinden Ahmet Bey’in yaptırdığı eser olma özelliğini taşıyor ve aynı zamanda kentin en eski yapısı. Minaresi yıkılan, bir kaç kez restore edilen yapı, günümüze dek farklı işlevde hizmet verdi. Cami, 1878’den 1922’e kadar bahçesindeki türbe ile birlikte önce hapishaneye, 1930 yılındaysa arkeolojik müzeye dönüştürüldü. 1968’de türbe ile beraber milli kültür anıtı statüsü aldı ve şehir galerisi oldu. Başmüftülük, şimdi bu değerli Osmanlı yapısının vakıf mülkü olarak iadesi için, yargı sürecini yürütüyor. Sofya Müftüsü Mustafa İzbiştali, cami ile alakalı olarak şunları söyledi: “Şehirde ayakta kalan tek cami ne yazık ki şu anda bir galeri. Bulgaristan Başmüftülüğü yürütmüş olduğu vakıf davalarıyla birlikte, bu caminin iadesi için uğraş gösteriyor. Belediye idaresi, şehirde Müslüman olmadığı gerekçesiyle bu taleplerimize itiraz ediyor. Oysa bu doğru değil. Belediye, bu caminin temellerinde bir Hristiyan Kilisesi olduğunu iddia ediyor. Duvardaki kitabe sökülmüş ve yerine mermer levha konulmuş. Orada bu yapının hiçbir zaman cami olmadığı, eski bir dini ibadet ve kültür mekanı olduğu yazıyor. Galeri işleviyle ara sıra kapılarını açan bina, genelde kilitli kalıyor. Önündeki Osmanlı yapısı ise, bir eğlence mekânına ev sahipliği yapıyor.”
Sevda Dükkancı haber verdi
Kaynak: http://www.dunyabizim.com/?aType=haber&ArticleID=20212