Ocak ayının son günlerinde muhteşem mimarisiyle Üsküpün sembolü olan Fatih Sultan Mehmet ya da namı diğer Taş Köprüden geçiyordum. Aslında bu köprüden sık sık geçerim.
Şehrin diğer tarafına gitmek istediğim zaman hep bu köprüyü seçerim. İlginç bir alışkanlık. Her neyse. Köprünün üzerinden geçerken dikkatimi mihrabın kitabesinin bulunduğu yer ve karşı taraftaki tabela çeker. Mihrabın tabelasındaki yazı çok dikkat çekici. Tabelada köprünün aslında 6. yüzyıla ait bir köprünün üzerine inşa edildiği daha doğrusu yenilendiği yazılıyor. Diğer bir ifade ile bu yazı aslında köprünün Osmanlı eseri olmadığını da imalı bir şekilde ifade eder gibi bir ifade içeriyor. Köprünün ortasında tahminen 10 kişilik bir grup mihrabın dibinde duran rehberin anlattıklarını pür dikkat dinliyor. Rehber Köprüyü anlatıyor, Çarşıyı anlatıyor ancak bunlar Osmanlı eseridir demiyor. Kale’ye bakıyor, (ki ismini bile Türkçe telafuz ediyor) buna da Osmanlı kültürel mirası demiyor. Üsküp’ü ilk defa ziyaret etmenin heyecanı ile rehberin anlattıkları ile gördükleri karşısında bir anlam çıkaramayan Türkiyeli turist grubun şaşkın bakışları her hallerinden belliydi. Mimariden hiç anlamayan birinin bile bu eserleri gördüğü zaman kime ait olduğunu bilmesi gerekir. Yanlarına yaklaştım. Dinlemeye başladım. Grup içerisinden rehbere “Bu eserler Osmanlı döneminde inşa edilmedi mi. Bu mimari Osmanlı mimarisi değil mi?” diye bir soru yönlendirildi. Mihrabı anlatan rehber, “Bekçi kulesi” diye hitap edince gruptan adeta isyan mahiyetinde bir ses yükselerek, Bayan rehbere “bu herkesin bildiği mihrap. Nasıl oldu da bekçi kulesi diye tanıtıyorsunuz” denildi. “Aydaa” dedim. Yoksa bu grup, rehberin tarihi bilgilerine inanmıyor mu diye şüphe duymaya başladım. Rehber yine bildiğini okudu. Sonunda da “bize böyle öğrettiler” diyerek turist grubunu merkeze doğru yönlendirdi. Olay bu şekilde kapandı.
Hülasa. “Bize böyle öğrettiler” demesi basit, sıradan ve acemice söylenen bir cevap olarak telakki etmiyorum. Birilerinin özellikle bunu bu şekilde göstermek istemesine herkes şahittir. Yıllarca gerek Taş Köprü, gerekse de diğer Osmanlı mimarisini hep başka döneme aitmiş gibi göstermek, gerçek bilgi vermemek ve neredeyse her eserin bir kilise veyahut farklı bir tarihi eser üzerine inşa edildiğini göstermek meyli hala devam ediyor. Kale’deki güya arkeolojik kazılarla yapılmak isteneni havada uçan kuşlar bile biliyor. Taş Köprünün simasını değiştirerek Osmanlı izlerinin silinmek istenmesi adeta son anda engellendi. Mihrap yıkıldı, yerine konuldu ancak “bekçi kulesi” denildi. Hamamlar galeri yapıldı, hanlar bedestenler sahibine verilmedi, galeri, sanat merkezlerine çevrildi, camilerin kilise temelleri üzerine inşa edildiği iddia edildi. Ve daha neler neler. Peki, neden böyle yapılıyor? Asırlarca huzur içerisinde yaşadığı bir hükümdarlığa neden esaret, Bizans ve Roma dönemlerine imparatorluk deme ihtiyacı duyar. Hakikaten anlamıyorum. Yok yok anlıyorum. Ama anlamamazlıktan geliyorum. Lakin, bu konu bana göre çok ciddidir. Sahip çıkılması gereken bir mevzudur. Zamanla sahip çıkmadığımız, çıkamadığımız değerler bizim olmaktan çıkmadan, tarihi ve kültürel mirasa sahip çıkalım vesselam.