Uluslararası Af Örgütü, birçok Avrupa ülkesindeki Müslümanların başta iş bulma ve eğitim konusunda olmak üzere günlük yaşamda nasıl ayrımcılığa maruz kaldığını anlatan “Seçim ve Önyargı: Avrupa’da Müslümanlara Karşı Ayrımcılık” adlı bir rapor yayınladı.
Raporda, Avrupalı hükümetlere topraklarında yaşayan Müslüman topluluklara karşı ayrımcı klişe ve önyargıların üstesinden gelmeleri konusunda çağrıda bulunuluyor.
Rapor Belçika, Fransa, Hollanda, İspanya ve İsviçre’yi kapsamasına karşın, Türkiye’yi eğitim alanında dini gerekçelerle ayrımcılık yapmakla da eleştiriyor.
Raporda, “Nüfusunun çoğunluğu Müslüman bir ülke olan Türkiye’de, cumhuriyetin kurulmasından bu yana var olan güçlü laik gelenek, eğitim alanında başta türban olmak üzere belli dini ve kültürel giysi türlerinin giyilmesine kısıtlama getirilmesine neden olmuştur.” ifadesi yer alıyor.
Uluslararası Af Örgütü’nün ayrımcılık uzmanı Marco Perolini’ye göre, Türk eğitim sisteminde dini ve kültürel simgelere ve giysilere uygulanan genel yasaklar sorun oluyor.
SETimes‘a konuşan Perolini, “Bu yasaklar, ifade, din veya inanç özgürlüğü haklarına çok geniş bir kısıtlama oluşturmakta ve Müslüman kadınlar üzerinde orantısız bir etki yaratmakta.” diyor.
Perolini, belli bağlamlarda, örneğin kısıtlamanın dini giysiler giymek istemeyen öğrencilere yönelik mevcut baskıya karşı gelmeyi amaçladığı durumlarda, bazı kısıtlamalara izin verilebileceğini de belirtiyor. Ancak uzman, bu tür bir kısıtlamanın her zaman orantılı ve gerekli olması ve öğrencilerin eğitimden dışlanmasına yol açmaması gerektiğini de belirtiyor.
İstanbul’da evlere temizliğe giden Rukiye Yıldız, eğitim alanındaki ayrımcılığın kurbanlarından biri. SETimes’a konuşan Yıldız, “Eskiden, kuzenlerimin sırf türban taktıkları için lise öğreniminden dışlandığını gördüğümde, ilkokuldan sonra öğrenimime devam etme şevkim kırıldı. Eğitimimle dinim arasında seçim yapmak zorunda kalmak istemedim.” diyor.
Uluslararası Af Örgütü raporunda, Türk hükümetine Yüksek Öğrenim Yasası’nda öğrencilere dini ve kültürel semboller ve kıyafetler giymelerine izin vermek amacıyla değişiklik yapması yönünde çağrıda da bulunuluyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi AB Enstitüsü Müdürü Ayhan Kaya’ya göre, Türkiye’deki iktidar partisinin popülist karakteri, (türban, burka veya peçe gibi) İslami sembollerin kamusal alanlarda kullanılmasının önünü açmayı başardı.
1980’lerin başından beri yürürlükte olan yasa ve yönetmelikler, okul ve üniversitelerde her türlü başörtüsünü yasaklayarak bayan öğrenci ve öğretmenlerin birtakım çağdaş kıyafet kurallarına uymasını zorunlu hale getirse de, türban takmak 2010 yılından beri Türk üniversitelerinde büyük bir sorun olmaktan çıkmış durumda.
Yüksek öğrenimde türban yasağı şu anda sadece her üniversite yönetiminin kendi kararına göre uygulandığından, tamamen kalkmış değil.
Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye şubesinden Pınar İlkiz, ifade ve din özgürlüğü hakkının ifası açısından, bir kadının ne isterse onu giymekte özgür olması gerektiğini vurguluyor.
SETimes‘a konuşan İlkiz, “Hükümetler ve dini liderler, her kadının şiddet veya baskı tehdidi olmaksızın seçim yapabildiği güvenli bir ortamı yaratmakla mükelleftir. İnsan haklarının evrenselliği, onların her kadın ve her erkek için eşit derecede geçerli olduğu anlamına gelmektedir.” diyor.
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) tarafından geçtiğimiz hafta hazırlanan bir raporda, üniversitelerdeki bazı öğretim üyeleri tarafından uygulanan mevcut gayri resmi yasağın, öğretim üyelerinin başlarını örten öğrencileri bazen aşağılamaları ve dışlamaları nedeniyle, öğretim üyeleriyle öğrenciler arasındaki ilişkiler üzerinde zararlı bir etki yarattığı kaydediliyor.
SETimes‘a yaptığı açıklamada Kaya, “Önceden, türban giyen kadınların özgürlüğü laik kurallar tarafından terk ediliyor ve bu da bir nevi din karşıtlığı şeklinde yorumlanıyordu. Fakat laiklik gerçekten çok farklı bir şey. Laiklik, dinde yetkinin ulemadan, din adamlarından halka devri anlamına geliyor.” diyor.
Kaya’ya göre, Türk siyasi kültürünün hiyerarşik karakteri, siyasilerin laikliğin anlamıyla diledikleri gibi oynayarak, laikliği savunanlarla varoluşlarının kaynağını İslam olarak görenler arasında hiçbir sonuca ulaşmayan bir güç oyunu yaratmasına olanak sağladı.
Rapor da bu argümana katılarak, “uluslararası hukuka göre, devletin tarafsızlığı ve laikliğin, din veya inanç özgürlüğü haklarının ve ifade özgürlüğü haklarının ifasına kısıtlama getirmek için meşru nedenler olmadığını” vurguluyor.