Bir konu hakkında müzakere edilirken, kenardan köşeden bahsedilir. Ama işin esasına yaklaşılamaz; işte o zaman bir sonuca da varılamaz. Balkan camiasının, sivil toplum kuruluşlarının durumunu biraz da buna benzetiyorum. 2011 yılında genel başkan olarak oluşturduğum yönetim kuruluna yönelik şöyle bir eleştiri almıştım. “Bu çoluk çocukla mı,… ?” Cümleyi tamamlama gereği duymuyorum. Kasıt şu idi, otuz yaş altı ve otuz yaş üstü bireylerle bir şey yapamayacaktık. Herhalde öncelikle torun sahibi falan olmak gerekiyordu, Balkan davasında yer almak için…
Temmuz ayı başında Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu genel kurulu vardı. Şahsıma divan başkan yardımcılığı tevdi edilmiş, yine Kocaeli’den bayan bir delege arkadaşımız da kâtip üye idi. Üç aday çıktı, tek liste çalışmaları oldu. Bir grup çekildi. Bir tarafı eleştiren, eleştirdiği tarafı destekledi, vs. Bunlar tablonun görünen tarafı. Pekiyi arka tarafta ne var. Hani yazının başında değindiğim gibi kenardan köşeden geçmeden, meselenin künhüne varmak, asıl meseleye parmak basmak için görülmesi gereken nedir?
Az önce zikrettiğim kâtip üye olan hanımefendi arkadaşım şunu demişti bana, salona girince: “Bayram Bey burada hiç genç yok?”. İşte asıl mesele bu…
Bu asıl meselenin üzerinde hiç durulmuyor. O bunu yapmış, bu şunu böyle demiş…
Bu yıl bir yerde tamamı son dönem göçmenlerden oluşan bir grup ile bir araya geldik, bir konuşma yaptım. Davanın ne olduğunu konuştuk, rolümüzden bahsettik, vazifelerimize değindim. Sonra kitleye şu soruları sordum. Zira bu kitle görmüş ve yaşamıştı.
- Aranızda evli olmayan var mı? –Cevap: “YOK” dediler.
- Pekiyi aranızda çocuğu olmayan var mı? –Cevap: “YOK” dediler.
- Elli altmış yaş altında olan var mı? –Cevap: “YOK” dediler.
- Peki, bu peşinde koştuğumuz dava ise, bu dava sizden sonraki nesillere nasıl aktarılacak, ya da bu bir dava olabilecek mi, nerede çocuklarınız? –Cevap: Bu sefer cevap yok, ses de yok.
İşte “asıl mesele” bu; kafa yormamız gereken konu bu, dava dediğimiz şey birinci neslin ötesine gidemiyorsa, anne-baba bunu çocuğuna, torununa aktaramıyorsa burada bir sıkıntı var. Asıl mesele bu hanımlar, beyler. Hiç başka bir şey aramaya, dedikodu yapmaya, arkadan onu bunu çekiştirmeye, elinin uzanamadığı üzüme koruk demeye gerek yok.
Bu meyanda avunduklarımız da şunlar, “ben on yıllardır bu davanın içindeyim, ömrümü vakfettim”. Çocuğun var mı, var. Çocuğunu tanıyan var mı, yok.” “Bir program olur, ömrünü vakfeden kişi programa tek başına gelir, eşin çocuğun, ailen nerede?
Birkaç yıl evvel Bulgaristan’da bir köy meydanında dostlarla kahve içiyor, sohbet ediyoruz. Dostumuz diyor ki “ Falanca kişi, isimler değiştirildiğinde, isim değiştirmeye gelenlerle birlikteydi. O dönem şalvar giyiyor diye anama 50 leva ceza yazdı. Aha şu meydandan geçse, buraya yüzünü dönüp bakamıyor şimdi, Türkiye’den gelince… Falanca kurumda memur olarak görev yapıyor.” Bu arada bu tipler devlete kapak atmakta da mahir.
Aklıma bir başka hamasi lafımız geliyor, bu sohbet sırasında “bizden hain çıkmaz!” Çıkmazmış, kimse kusura bakmasın, boş laf bunlar. Bu çıkmaz denenlerden bir tanesinin yaşı doksana yaklaşmış neredeyse, ölüm yaklaşınca vicdan azabı şimdiden başlamış her halde… Derdini açabildiği, içini dökebildiği bir dostumuza şunları söylüyor. “Ben çok fene şeyler yaptım, bi bilsen.” Daha uzatmaya gerek var mı?
İşte size asıl mesele… Asıl mesele şu ki bu davayı gençlere aktarabilmek, gençleri davaya çekebilmek, gençlerin enerjisini bu davaya aktarabilmek. Gençlerin dinamizmi ile bu davayı istikamete yönlendirebilmektir. Hangi seviye olursa olsun, sivil toplum hareketimizin birincil hedefi bu olmalı. Bunları yapmadan iş yaptığımızı söylersek sadece laf-ı güzaf etmiş oluruz.