Bizimki Bir Göç Hikayesi

Bal-Türk'ten Haberler Günay Uzun Haberler
İçeriği Paylaş

Bizimki Bir Göç Hikayesi

29 Mayıs 1989 yılında başladı beklenen yolculuk, yaşlılarımızın suyun ötesine geçin dediği yere, kimine göre bir kurtuluşa, kimine göre ise geride bırakılan aile fertleri ile bir yalnızlığa doğru çıkılan yolculuk idi. Dönemin Bulgaristan yöneticileri tarafından kötü propaganda yapılıyor olsa da biz yine de düşmüştük Anavatan yollarına.

 

Yolumuz Umut, Yolumuz yeni bir Başlangıç, Yolumuz Özgürlüktü bizim için.

 

Ladalar, Moskoviçler, Trabantlar, Jugulalar ile çocukluğumuzu, hayallerimizi, hayatlarımızı bagajlara koyup çıkmıştık yollara. Çeyizlerden kalma döşeklerimiz de vardı yanımızda, o çok kızdıkları yaşmaklarımız da, allı güllü şalvarlarımız, poturlarımız, kalpaklarımız kısacası bizi biz yapan ne varsa kufarlarımıza (Bavul) koyarak çıkmıştık Anavatan yolculuğuna. Bazılarımız artık Bulgaristan’ a dönüş olmaz düşüncesi ile yok pahasına sattı sütünü içtiği ineğini, sırtında tütün sepeti taşırken konuştuğu eşeğini, ya da torunlarını üzerinde gezdirdiği katırını.  Duygusaldı insanımız Hayvanını satmış olsa da katırının boncuklarını, ineğinin çanını almıştı yanına hatıra diye.

 

Zordu yola çıkmak, geri kalanlara el sallamak, odun sobası kokulu o alçak tavanlı, duvarları tapetli, evlenirken verilen tek göz oda ya binlerce hatıranın sığdırıldığı o eve son kez bakmak kolay değildi. Yaşadık biz vedalar yaşadık. Anne, baba, evlat gibi canın bir parçası olanlar ile vetalaştık. Aynı hane de olanlar bile ayrıldı birbirinden. Sınırdan bile kolay ayrılamadık istenmediğimiz memleketten. Günlerimiz Kapule’de arabaların içinde geçti Mayıs sıcağı altında ve çocukların huysuzluklarına rağmen geçmişti.

 

Anavatanda Türkiye Devletinin Memurları tarafından karşılandık, uzaktan gelen bir kardeş, arkadaş, aileden bir kişi gibi. Çadırlar, okullar, misafirhaneler ilk evlerimiz yuvalarımız olmuştu bizim Anavatanda.

Dağıldık hepimiz Türkiye’nin dört bir yanına. Edirne, Tekirdağ, İstanbul, Kocaeli, Bursa, İzmir, Adana, Uşak, Diyarbakır, Elazığ, Samsun gibi şehirlere gönderildik. Bir süre sadece iki odalı bir evde iki, üç aile kalsa da sonrasında iş bulup çalışmaya başlayınca ayrı ayrı evlere taşındık. Hatta daha sonra yerleşmeli kök salmalı anavatana düşüncesi ile arsalar alınıp ev inşaatları başladı. kiracı değil ev sahibi olmuştuk Bulgaristan’ dan göç eden Türkler de Türkiye’ de yaşayan Türkler de aynı dili konuşmasına rağmen biz tornavida, pense, çivi gibi en basit aletleri bile tanıyamıyorduk. Biz onları otverka, kleşta, şayka olarak öğrenmiştik. Zaman içinde bu zorluğu da aştık artık İş yerlerimizde çalışkanlığımız ile takdir edilir örnek gösterilir bir hale gelmiştik.

Gün oldu devran döndü ve yıllar sonra terk ettiğimiz köylerimize döndük ama bizim aklımızda olandan çok başka bir manzara vardı. Boşalan köylerimiz, Bakımsız ve yıkılmaya başlamış olan evler, bir zamanlar tütün işlediğimiz tarlalar yabani otlardan görünmüyordu.

 

Aradan geçen yıllar ile yaşlanan çocukluk arkadaşlarını görünce anladık ki yaşlanmıştık. Bütün o hayat koşturmacası  ve telaş içinde geçmişti yıllar sanki dün gibiydi herşey oysa zorunlu göçün üzerinden 30 yıl geçmişti. Bebek olarak göç edenler yetişkin, Genç olarak göç edenler ise yaşlı bireylereler olmuştu. Hayat mücadelesi içinde Unutulmuştu o zor günler, Anavatana geliş amacımız yeterince anlatılmamıştı yeni nesillere.  M. Kemal Atatürk’ün de söylediği gibi Tarihini Bilmeyen Milletler yok olmaya mahkumdur.

Bulgaristan’da toprak üzerinde malınız kalmamış olsa da toprak altında ki büyüklerinizi unutmayın.

Günay UZUN

Bal-Türk Genel Sekreteri

Fotoğraflar: Ali EMİNOV ve AA arşivinden alınmıştır.


İçeriği Paylaş