Geçtiğimiz günlerde Bulgaristan’da Türklerin öncülük ettiği yeni bir siyasi partinin kurulduğunu öğrendik. Partinin adı “Müslüman Demokrat Birliği Partisi”; Genel Başkanı Ali Üzeyirov. Partiye üye olabilmek için Müslümanlığın etik normlarını kabul etme şartı aranacakmış ve aynı zamanda da parti tüm Bulgaristan vatandaşlarına açık olacakmış.
Bu haberi okuduğum zaman doğrusu önce üzüldüm. Sonra da aklıma gelen çelişkiler dizisini düşündüm. Sitemizin değerli okuyucularıyla bunları paylaşmak istiyorum.
Her şeyden önce parti adına dini bir terim eklenmiş olmasını kabul edemiyorum. Siyaset meydanında süre gidecek olan mücadele esnasında partiye yapılan saldırılarda “Müslüman” terimi hasar alacağı gibi partinin amblemindeki “hilal”, ki İslamı temsil eder, de ayaklar altında kalabilecektir. Bu reddediş sadece partilerle sınırlı kalmayacak, tüm Müslümanları rencide edecektir. Buna hiç kimsenin hakkı olmadığı gibi, hiçbir Müslüman’ın da hakkı yok.
Eski sosyalist bloktan koparak demokratik hayata adım atan Balkan ülkelerinin yaklaşık 20 yıllık bir demokratik hayat tecrübesine sahip olduklarını söyleyebiliriz. Bu süre ülkelerin tarihi bakımından oldukça kısa bir süredir, aynı zamanda.
Yakın planda Bulgaristan’ı gözlemlediğimde Türkiye’nin 1980 öncesi siyasi hatayı; bir ölçüde de 1980 sonrasının ilk zamanlarına benzetiyorum. Bu benzetme hem parti siyaseti hem de hizmet üretme şekli itibariyle..
Kamu kurumlarındaki en önemli sıkıntının da kurumsallaşamama olduğu tespitini yapabiliriz. Aynı nitelikli her hangi bir iş bir belediyede üç günde tamamlanırken, bir başka belediyede 20 günde tamamlanabilmektedir. Bu uzun süreci kısaltmanın tek yolu tanıdık birini bulmaktır. Bu tarz da orada kurumsallaşmanın olmadığının bir göstergesidir. Dolayısıyla kurumsallaşma çabaları buralarda öncelikli hale gelmeli.
Bulgaristan çok partili siyasi hayata geçtikten sonra önemli bir demokrasi tecrübesi yaşadı. Siyasetteki çok seslilik çok sayıda siyasi parti olarak kendini gösterdi. Gelişmiş demokratik ülkelere baktığımızda siyasi parti sayının genelde sabitlendiğini ve bu partilerin de bir şekilse toplumun her kesimini temsil ettiğini söyleyebiliriz. Başka bir söyleyişle, parti içi demokrasi sayesinde prensipler üzerinde uzlaşan farklılıklar tek parti çatısı altında rahatlıkla yer alabilmektedir. Bu konu ile ilgili önemli bir yol kat etmiş olan Türkiye’nin bile hala gelişime ihtiyacı bulunmaktadır. Bu konuda Bulgaristan’ın çabasının kata be kat daha fazla olması gerekmektedir.
Bulgaristan’da liberal prensipler çerçevesinde kurulmuş olan Hak ve Özgürlükler Hareketi, kuruluşundan bu yana kökleşme açısında mühim bir mesafe aldı. Ancak kurumsallaşma çabalarına ciddi ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu tarihi seyir içerisinde Türklerin kurduğu başka partiler de olmuş idi. Örneğin sosyalist dönemin Bulgaristan Baş Müftüsü bir parti kurmuş idi. Şu anda ne olduğunu bilmiyorum.
Hak ve Özgürlükler Hareketi kurucuları, yönetimi ve hülasa tüm kadroları içine Bulgarlar dahil tüm milliyetlerden insanları dahil ettiği, milletvekillerinin bir kısmı Bulgar olduğu halde Türklerin Partisi veya azınlık partisi damgasını yemekten kurtulamamışken birde böyle bir parti kurmak… Müslüman Demokrat Birliği, olacak iş mi?
Sözün özü, hem Müslüman demokrat olacaksın, hem de senin değerlerini kabul eden tüm Hıristiyanlara da partinin kapıları açık olacak. Hem de iktidara aday olacaksın. Bu çerçevede bir siyasi parti değil, olsa olsa bir sivil toplum örgütü kurulur. Kurulmalıdır da… Zira, sivil toplum örgütlerinin güçlü olduğu yerlerde demokrasi de güçlüdür.
Yaşanmış tecrübelerden faydalanmak, zaman kazandırır. Elimizdeki en değerli sermayenin zaman olduğunu unutmayalım.