İvanov: “İsimlerin geri alınmasında Doğan’ın hiç bir katkısı yok!”

Balkanlardan Haberler
İçeriği Paylaş

Eski Cumhurbaşkanı Jeyev’in Danışmanı Türklerin ve Pomakların adını geri almasına Ahmet Doğan’ın bir katkısı olmadığını söyledi.

Eski Cumhurbaşkanı Jelyu Jeyev’in Etnik Sorunlar Danışmanı Mihail İvanov, Dimitrina Çerneva ile yaptığı söyleşilerde Türklerin ve Pomakların adını geri almasına Ahmet Doğan’ın bir katkısı olmadığını söyledi.

Çerneva, eski Cumhurbaşkanın Danışmanı İvanov’a Ahmet Doğan’ın siyasȋ sahneye nasıl çıktığını, Hüseyin Ömer’in dediği gibi çıkışın Ocak 1990’da mı olduğunu sordu. İvanov o dönemi şöyle anlattı:
Aslında ilk önce 23 Aralık 1989 yılında Sofya Üniversitesindeki Ulusal Uzlaşı Komitesinde yönetimi seçerken çıktı. O komitede Bulgar Bilimler Akademisinden (BAN), Sofya Üniversitesinden insanlar, yazarlar, gazeteciler, müzisyenler, ressamlar, sinemacılar katılmıştı. Aramızda 1988-89 yıllarında kurulan yasa dışı örgütlerin aktivistleri vardı. Bulgar, Türk, Yahudi, Roman. Hristiyan ve Müslüman. Farklı siyasȋ görüşten insanlar vardı, Aramızda Bulgar Komünist Partisi üyeleri de, komünizm karşıtları da vardı, kimisi sağa yöneldi, kimisi sola, kimisi siyasetten çekildi. Daha güzel hatırlamanız için aramızda Radoy Ralin’in, Hristo Ganev’in, Binka Jelyazkova’nın, Blaga Dimitrova’nın, Çavdar Kyuranov’un, İskra Panova’nın, Donço Papazov’un, Halim Pasajov’un, Sabahattin Bayram’ın, Yıldız İbrahimova’nın, Vecdi Raşidov’un, Antonina Jelyazkova’nın, Süleyman Gavazov’un, Ali Rafiev’in, Manuş Romanov’un, Gredi Assa’nın, Eddie Schvartz’ın, Angel Wagenstein’in, Petır Staykov’un, Lyubo Sobaciev’in aramızda bulunduğunu belirtmek isterim. Hepsini saymak zor, bazılarının isimlerini kaçırmak istemiyorum. Bizi Bulgar toplumunu Komünist Partisinin yarattığı etnik çatışma durumundan nasıl kurtulacağımızın yolunu arama fikri birleştiriyordu. Etnik kimlik hakkını ve doğan kültürel etnik hakların geri verilmesi ve temin edilmesi konusunda hemfikirdik. Daha modern bir dille söylemek gerekirse çokkültürlü bir örgüttük, hem de kelimenin tam anlamıyla. Ahmet Doğan’a yöentime katılmasını teklif ettik. O reddetti. Hatırladığım kadarıyla şu tarz bir şey söylemişti “Ben hapisten yeni çıktım, sizin iyi niyetininzden emin olmam için biraz zaman gerek”. Ve gitti.

Eski danışman sözlerini şöyle sürdürdü:
Doğan’ın bize sırt çevirme kararının onun siyasȋ geleceği için anahtar öneme sahip; ileride ağırlığını kullanmak için etnik diyaloğu değil, etnik ayrışımı seçti (belki de seçmesi için ona öyle bir rol biçildi). Bu ayrışım, ona siyasȋ sahneye çıkma fırsatı verdi.

Halim Pasajov farklı görüşteydi, o dönemde o da hapisten çıkmıştı, komitenin aktif üyelerinden biri olmuştu. Hep şöyle diyordu: “Bak ne diyeceğim, biz sizinleyiz, sizinle olacağız, ancak hapiste kendi partimizi kuracağımıza yemin ettik. Bulgar partilerinin bizim haklarımızı savunacağımıza inanmıyoruz.” Biraz daha farklı da olsa Manuş Romanov da o görüşteydi. Romanov, Mart 1990’daki Yuvarlak Masa toplantısında etnik temele dayalı partilerin yasaklanmasını destekledi, fakat aynı siyasȋ olarak Çingenelerin nasıl temsil edileceğini, Çingenelerin diğer partilerin milletvekili adayı listelerine katılmalarını temin edip etmeyeceğini sordu. Partilere etnik toplulukların sorunlarıyla ilgilenme çağrısında bulundu.

Daha sonra 4 Ocak 1990 yılında HÖH’ün kurulduğunu öğrendik. Ahmet Doğan Genel Başkanı, Halim Pasajov da Birinci Genel Başkan Yardımcısı seçilmiş. Doğan’la Ocak ayında tekrar görüşmüştük, çünkü ikimizde Ulusal Sorun Kamu Kurulu’na katılıyorduk, kurul, karma bölgelerde provoke edilen etnik gerilimin ardından ortamı yatıştırmak için meclisi toplamıştı. O zaman Doğan artık Bulgaristan’daki Türklerin ve Müslümanların Hak ve Özgürlükler Hareketi temsilcisiydi.

Herhalde Hüseyin Ömer anlatılmaya değer başka başka bir olayı kastediyor. 4 Mart 1990 akşamıydı. Birkaç sivil toplum kuruluşunun temsilcileri de dahil Ad Kanunu’yla ilgili son düzenlemeleri yapmak için mecliste toplandık. Yasa ile serbestçe isim seçme hakkının geri getirilmesi içindi. Ertesi gün yasa gözden geçirilip meclisten geçmesi gerekiyordu. Ahmet Doğan kenarıda duruyordu ve bize katılmıyordu. Aleksandır Nevski Katedrali’nin arkasındaki meydanda Pomaklarla dolmuştu, meclisin giriş kapısınıs önündeydiler, yasa geçinceye kadar ikinci kolu bekliyordu. Çok sayıda da Türk vardı. Onşarın taleplerini desteklemek için Ulusal Uzlaşı Komitesi’nden de birçok kişi gelmişti. Devlet Güvenliği (DS) memurlarının ve yerli parti kuruluşlarının, isimlerin geri verilmesine karşı çıkanları örgütlediğini ve komünizm yanlılarının Yukarı Cuma’dan ve Rodoplardan Sofya’ya arabalarla geldiği söylentisi yayılmıştı. İçişleri Bakanlığı İdaresi, Pomakları meclis bölgesinden çıkararak Yujen Park’a (Güney Park) gecelem üzere yerleştirmeye çalışıyordu. İktidar – numaradan ya da gerçekten de – çatışma çıkmasından korkuyordu. Ancak Pomaklar boyun eğmedi. Kalabalık geri çekilin çağrısına spontan tepki göstererek durup da düzeni bozmadan bekleyeceğini söyledi. O sırada Ahmet Doğan polis arabasından megafonla çıktı ve kalabalığa meydadı terk edin çağrısı yaptı. İçişleri Bakanı Yardımcısı General Semerciev de yanındaydı. Çığlıklar ve ıslıklar Doğan’ın çağrısını boğuyordu. Halk duymak bile istemiyordu. Semerciev’e Doğan’ın durumu idare edemediğini, insanlarla birlikte bizim komiteden de çok kişi bulunduğunu, çoğu ile yakın olduğumuzu, bizim ve onların çatışmaya izin vermeceğimizi, ancak kalmaları gerektiğini söylüyorlardı. Kaldılar da. Biz de gece yarısına, ertesi gün de akşam vakti kanun geçinceye kadar meclisin etrafında nöbetleşen Türkler ve Pomaklarla kalmıştık. Arabalar şu veya bu şekilde gelmedi.

Hüseyin Ömer’in anlattığı olay Ocak ayının başında değil, Mart ayının başında oldu. O zamanlar sevgili dostumuz Ahmet Doğan ortalıkta yoktu. 3 Mart’ta miting dğzenleyelim, daha sonra da Levski’nin anıtına gidip saygı duruşunda bulunalım diye onunla nasıl dalga geçtiğimizi hatırlıyorum. Böyle bir etkinliğe Ahmet Doğan’ın da katılmasını bekliyorduk, fakat Doğan – bugün utulan, fakat o zamanlar çok aktif – komünizm yanlısı milliyetçi Genel Millȋ Çıkarları Koruma Komitesi ve Vatansever Rodop Birliği örgütüyle görüşmeye gitti. Bu görüşmelerin ardından bize şunu söylemek için geldi “Bakın siyaset pis iş. Siz benim arkadaşımsınız, ne yapayım, gel gör ki onlarla da görüşmeliyim”. Yine de Levski’nin anıtına saygı durşunda bulunmaya gittik. Şunu diyebilirim ki heyecan vericiydi. Ön sırada Türk, Pomak, Roman, Yahudi ve Bulgar yanyanaydı. 21 yıl boyunca böyle bir şey olmadı.

Dediğim gibi biz her söz için mücadele ederken Doğan kendisini ad kanunu üzerindeki çalışmalardan soyutlaştırdı. Bu yasa ile ilgili müzakereler çok zor geçti. Her şey Andrey Lukanov’un müdahalesiyle oluyordu. Biz milliyetçilerin istediği şekilde isimlerin mahkeme kararıyla verilmemesi için mücadele ediyorduk, çünkü insanlar şu soruyu sorgulamakta haklıydı “Adımız mahkeme işlemleriyle ile değiştirmediler, şimdi niye mahkeme ile geri vereceklermiş”. Fakar Ahmet Doğan o zamanki bütün HÖH’ün arkasından da olmak üzere hepimizin arkasından işler çevirerek komünizm yanlısı milliyetçilerle perde arkası görüşmeler yaptı. Bütün çabalarımız suya düştü ve tamamen mahkeme süreci uygulanmaya başladı. Böylece bir tarafta Petır Mladenov’un, Andrey Lukanov’un ve Stanko Todorov’un, öte yandan Ahmet Doğan’ın, Dimitır Arnaudov’un ve Branko Davidov’un yer aldığı bir siyasȋ anlaşmaya varıldı. 1990 yılının Mart ayı başındaki gazeteleri açarsanız onların görüşmesiyle ilgili yazılar göreceksiniz. Doğan’ın bu hareketleri Halim Pasajov’un sert tepkisine yol açtı, bu sonucunda aradan fazla zaman geçmedi, Pasajov HÖH’ten uzaklaştırıldı.

Ahmet Doğan’ın arkasında Ginyo Ganev vardı, ona mikrofon verdiler. şu veya bu şekilde 5 Mart’ta meclisin etrafında 12 saat bekleyen protestocuların karşına şatafatlı şatafatlı “Kardeşlerim, gönül rahatlığıyla dağılabilirsiniz, biz kazandık, yasa geçti” diye bağıdı. İşte Ahmet Doğan toplanan kalabalığa böyle tanıtıldı ve o günden itibaren Bulgaristan’daki Türk direniş hareketinin ve Mayıs Olayları’nın asıl örgütleyicisi olarak tanıtılmaya başladı.

Çerneva, iktidarın, Doğan’ı Türk direnişinin örgütleyicisi olarak mı dayatmaya başladığını sordu. Bunun üzerine İvanov şöyle konuştu:
Elbette, bu, propagandanın bir parçasıydı. Daha sonra bu propagandaya HÖH’ten Osman Oktay, Prof. İbrahim Tatarlı ve diğerleri dahil edildi.

Gazeteci, hep DS ile ilişkili olanların dayatıldığını sordu. İvanon da şu açıklamayı yaptı:
Dosyalar Komisyonu’nda İbrahim Tatarlı’nın ismine rastlanmadı, bu yüzden de DS ile ilikili olup olmadığını bilmiyorum. Her durumda bu kişiler, Ahmet Doğan’ın ismini dayattı. Geniş bunun üzeirne yapılmış sunumlar, Dimitır Stoyanov’un, Pauka Goçeva’nın, Veselin Bojkov’un ve dierlerinin “soya dönüşçüler”le ilgili yazdıkları kitaplar da etkili oldu. Onlar Ahmet Doğan hakkında kötü şeyler yazıyordu, fakat önemli olan dikkatleri onun üzeirne yoğunlaştırmaktı. Komünist Partisinin asimilasyon politikasına karşı yapılan direnişe katılan diğer kişilerin isimleri ağza bile alınmıyordu.

Parantez açmak isterim ki DS homojen değildi. Daha önce de sözünü ettim, Soya Dönüş [1984-89 yılındaki zorla ad değiştirme, Türkçe ve ibadet yasağı] Sürecine şüpheyle yaklaşan General Petır Stoyanov’un saf dışı bırakılması beni fena etkilemişti, kendisi DS’nin Altıncı İdaresinin şefidir. Aynı zamanda değişim ve siyasȋ iktidarın ekonomideki dönüşüm sürecinde birçok DS’li kamuyu manipule etmek için aktif çalıştı. Onlar şu mantıkla hareket ediyordu: demokratlar varsın demokrasi ve siyasetle uğraşsın, biz de siyasetten çekilelim, çünkü daha önemli görevimiz var: O da, ekonomiyi elimizde tutmak. İşte bu yüzden Andrey Lukanov, Konstantin Trençev’in ve SDS’nin ileri gelenlerinin akılsızlığını kullanmak da dahil 1990 yılının sonuna doğru başbakanlık koltuğundan çekilmek ve iktidari Dimitır Popov hükümetine bırakmak için her şeyi yaptı. Kısaca Sosyalist Partisi veya seçimlerin diğer galipleri olarak bilinenler ülkeyi idare etmek istemedi. Aynı zamanda siyasetten çekilerek para üzerinde kontrol sağladılar ve ekonominin hayatȋ noktalarının kontrolünü ele aldılar. O dönemde devletin paralarının büyük bir kısmı yurt dışına çıkarılmıştı.
O dönemdeki süreçleri daha iyi anlamamız, daha büyük resmi görmemiz için kapsamı genişletelim. Bulgar Komüst Partisi/Bulgar Sosyalist Partisindeki (BKP/BSP) eğilimleri görmek çok önemli. O dönemde Komünist Partisi kendisi üç şahıs üzerinden gösterdi. Biri BKP’nin Merkez Komitesi Sekreteri Aleksandır Lilov’du. Lilov “sistem çerçevesinde reformcu” olarak bilinirdi. Lilov demokratikleşerek sosyalist düzeni iyileştirmek için reform geçirmemiz gerektiğini anlatıyor ve sosyalizmi savunuyordu. Haliyle Aleksandır Lilov’un ekibi, BKP’nin Merkez Komitesnin 29 Aralık 1989 tarihindeki kararları hazırladı, böylece Müslümanların zor kullaran alınan adlarını geri verme sürecini başlattı. Diğeri de Başbakan Georgi Atanasov başkanlığındaki muhafızakȃr ekipti. Atanasov statükonun korunması için mücadele ediyordu. Hatırlatmam gerekirse Todor Jivkov, 70’li yılların sonundaki ve 80’li yılların ortasında gerçekleştirilen “soya dönüş süreci”ni doğrudan yönetme görevini Georgi Atanasov’a vermişti. Komünist Partisinin muhafızakȃr kanadı, şuursuzca Türk karşıtı milliyetçi eylemler başlatarak 29 Aralık kararına karşı şidetli direniş başlattı. Karma bölgelerde histeri içinde mitingler düzenleniyordu, Türk ve Pomak köylerinde korku salmak için motorlu araçlar daire çiziyordu. Komünist Partisi militanları ve DS iş birlikçileri milliyetçi sloganlar atıyor ve pankartlar taşıyordu. Sloganlar şöyleydi: “Türkler Türkiye’ye gitsin”, “Türk adı olan Türkiye’ye”, “Bulgaristan Bulgarlarındır”. Bütün bunlar televizyonların ana haber bültenlerinde gösteriliyordu. Milliyetçi nefret daha yeni çıkan Demokratik Güçler Birliği’ne (SDS) de yöneltiliyordu. SDS daha ilk mitinglerde kesin duruş sergilerek Türklere ve Bulgar Müslümanlara yapılan baskıya son vereceğini ve haklarını geri vereceğini ve 29 Aralık kararlarını destekleyeceğini belirtmişti. Mitinglerde gerçekten de Aleksandır Lilov’da karşı da pankartlar açılıyordu. (Örneğin “Lilov Diyarbakır’da grup başı”), fakat çoğu Trençev’e, Jelev’e, Ralin’e, Darakçiev’e, Spasov’a, karşıydı. Hayalinizde daha güzel canlandırabilmeniz için şöyle örnek vereyim: “Mütfü Trençev – Bulgaristan’dan defol”, “Jelev + Ralin + Trençev = defol”. Konstantin Trençev ve Radoy Ralin’in fesli karikatürleri vs. dolaştırılıyordu. Komitemizin üyeleri olan Zafer Galibov ve Svetlana Bahçevanova fotoğrafları da. O zamanlar çok resim çektiler umarım hȃlȃ saklıyorlardır.

SDS’nin Türk karşıtı propagandalara nasıl tepki gösterdiği ve azınlıkların hakkını savunmaya devam edip etmediğine soran gazeteciye İvanov şöyle açıkladı:
Bu kasıtlı Türk karşıtı milliyetçilik, SDS savunucularını çok ciddi etkiledi, bir anda Jelyu Jelev’in de, Konstantin Trençev’in de, diğerlerinin de reytinginin düşmeye başladığını görünce irkildiler. Doğru SDS 14 Ocak’ta değişimi destekleyen ve milliyetçi çıkışlara karşı komitemizle birlikte uzlaşı mitingleri düzenliyordu, fakat bu oluşumda etnik konulardan kaçınma süreci başlamıştı. Bu şekilde komünizm yanlısı milliyetçi dalgadan esinlenen dev manipulasyon, asıl amacına ulaşmıştı (daha sonraki olayları belirleyici öneme sahip hamle – 1990 baharı). SDS adım adım ülkedeki azınlıkların haklarını savunan profilinden uzaklaşmaya başladı. Sağcılar seçmenlerini kaybetmeme derdine düşmüştü, bunun sonucunda da belirgin tutum sergilemeye başlamışlardı. Böylece 1990 yılının Nisan ayı sonunda kaydolan yeni partinin (Hak ve Özgürlükler Hareketi) yolu açılmıştı. Tabiȋ Jelyu Jelev ve Filip Dİmitrov da dahil SDS’deki belirli çevreler, isim ve anadilinde eğitim de dahil etnik kültürel hakları savunmaya devam ettiler, fakat SDS genel olarak geçinmeye başladı.

Başlayan çekilme süreci daha Yuvarlak Masa Toplantısında kendisini gösterdi, toplantıda SDS yönetiminin, Türklerin ağır sosyal sorunlarıyla kararı nasıl desteklemediğini hayal kırıklığı içinde görmem gerekti. Bu sorunları Büyük Gezi diye adlandırılan 1989 göçü doğurmuştu. Kararı, Filip Dİmitrov ve Komitenin birkaç üyesi ile birlikte hazırlamıştık.

Manipule edici bir şekilde SDS adına HÖH’le, Pomaklarla, Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneği’ne bağlı Müslüman Masası’yla nasıl müzakereler yürütüldüğünü görmüştüm. Müzakereler Bağımsız İnsan Haklarını Koruma Derneği yönetimiyle yürütülüyordu, fakat dernek artık başkasının elindeydi. Eski aktivistlerin yerine Rumen Vodeniçarov’un çevresindekiler konmuştu. Vodeniçarov da Yuvarlak Masa’nın 4 asıl konusundan birisinin kaldırılması için saman altından su yürüttü. SDS’de kimsenin tepki göstermemesi korkunç bir şeydi.

“DS’nin parmağı olabilir mi” sorusuna İvanov şu yanıtı verdi:
DS’nin etkisi var, ancak iyi tanıdığım Rumen Vodeniçarov’un DS ajanı olduğunu söyleyemem. Herhalde değildi. Fakat DS’nin etkisinde olduğundan en ufak bir şüphem yok. O zamanki olayları nasıl etkilediğinden söz ediyorum: SDS geri adım atıyordu, HÖH de ön plȃna çıkıyordu. Bizim Ulusal Uzlaşı Komitesinin aydınlarına gelince, biz HÖH’le ilişkiyi kesmek istemiyorduk. Bu da Türklerden ve Pomaklardan ve onların sorunlarından kopmak anlamına geliyordu. HÖH’ün birçok üyesi ve aktivistiyle arkadaş ve yoldaştık. Çoğu komitemizin üyesiydi. HÖH’te her şey hoşumuza gitmemesine rağmen, AhmeDoğan örgütümüzü dağıtmak için kendi adamlarını göndermesine rağmen – örneğin Aytos’ta ve Ragrad’da – HÖH’le iş birliği içinde olamaya çalışıyorduk, dahası yapılacak çok iş vardı.

Sözünü ettiğim etnik gerilimle Komünist Partisinin üçüncü kanadını temsil eden Andrey Lukanov oynuyordu. Karma bölgeleri kapsayan etnik gerilimde Lukanov belirsiz duruş sergiliyordu. Bir yandan Batı dünyasına Bulgaristan’ın etnik sorunları nasıl çözdüğünü göstereceğiz gerekçesiyle Ahmet Doğan yönetiminde HÖH’ün kurulmasını destekliyordu, öte yandan da 3 Ocak’ta milliyetçilerin Kırcaali’deki mitingine gitti ve direğe bayrağı asarak “Kardeşlerim sizinleyim” dedi. Bu şekilde demokratik oluşumun siyasȋ hareket alanı daralıyordu, aynı zamanda da HÖH’ün şahsında da bir siyasȋ nesne yaratılmıştı, o nesneye ekomik gelişimde ve iktidar değişiminde çok önemli görevler düşüyordu. İşte bu şekilde Lukanov çevresinin iktidar ve ekomik çıkarları adına etnik sorunlar manipule edilmişti.

Lukanov’un meşhur Dördüncü İdare de olmak üzere belirli DS çevreleriyle ilişkisi olduğunu hatırlatırım. Bu, bilim ve teknoloji istihbaratıdır. Bu istihbaratla daha Dış Ekonomik İlişkiler Bakanıyken ilişki halindeydi. Bu idare neyle ilgileniyordu? Batı’dan teknoloji (başlıca biyo ve elektronik teknoloji) çalarak yurt dışında şirket kurmakla ilgileniyordu. Komünist Partisinin Yuvarlak Masa sırasında Altıncı İdare ile Dördüncü İdareyi dağırmasının ilk işi olması boşuna değildi. Lukanov çevreleri, sistemin kökten değişmesini istiyordu, sosyalizmden kapitalizme, devlet mülkiyetinden özel mülkiyete geçmek istiyordu, bu şekilde gerçek iktidar yine aynı kişilerin elinde olacaktı. Onlar, geçiş dönemi sürecinin ekonominin kimin elinde olacağının önemli olduğuna karar verdiler. Özel mülkiyet, şu ana dek siyasȋ iktidarı elinde tutanların elinde olmalıydı. Böylece Bulgaristan’ın kaynakları üzeirndeki kontrolü yine onların elinde. Bunlar, bizi daha önce yönetenler ve çevresindekiler. İşte bizde ilk sermaye birikimi böyle başladı.

Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin bu işler için son derece uygun olduğunu ve iyi iş bitirebileceği anlaşılmıştır. HÖH’teki arkadaşlarım bana “HÖH bizim için bir dindir” dediklerinde, “Söylediklerinize inanıyorum” diye cevap veriyrum. Dediğim gibi etnik Bulgarlardan hayır görmedikleri için parti kurmaya yemin etmişler. Büyük Millet Meclisi’nde HÖH’ün meclis grubu kurulurken Doğan’ın partisine orantısız ölçüde birçok DS ajanını partisine aldı.

HÖH’TEKİ TASVİYELER

İvanov şu çarpıcı açıklamaları da ekledi:
Doğan daha sonra önemli mevkilere gelen bir kişiyi HÖH’ten uzaklaştırdı. Örneğin Necmettin Hak’a ne oldu, 1990 yılının başında bir anda kayboldu. Hak, birçok yerden ciddi tehdit geldiği için Türkiye’ye gittiğini iddia ediyor. Denetin Kurulundan DS ajanı olmayan Hüseyin Ömer ile HÖH’ün daha sonraki ilk Genel Başkan Yardımcısı tasviye edildi.

Partiyi DS ele mi geçirdi sorusuna İvanov şu açıklamayla veriyor:
Bu, DS’dir demiyorum. İstihbaratla ilişkili yasa dışı bir örgüt olduğunu söylüyorum. DS’nin altıncı idaresinin Türk masası şefine inanıyorum. DS, Andrey Lukanov’un çevresinin, Ahmet Doğan’ın HÖH’ü kurmasını desteklenmesine karşı olduğunu söylüyor.

İvanov şunları da ekledi:
Zeynep İbrahimova, Mustafa Ömer, Sabri İskender ve Avni Veli gibi demokratik görüşlüler şu an Türkiye’de. HÖH yönetiminde SDS ile ilişki ve birlik kurmak isteyen demokratik görüşlü insanlar da vardı. Onlara ne oldu? Kronolojiyi takip edersek birkaç ayın içinde tasviye edildiklerini göreceğiz. 1990’dan, kısmen 91 yılının başından söz ediyorum, Anayasa o dönemde yazılıyordu. Hüseyin Ömer’in HÖH’ten nasıl atıldığını çok güzel hatırlıyorum, elimde daha o zamandan kalma kesik gazete parçaları var. Kısaca maliyeci olan Ömer Doğan’a “Getir bakalım görelim hesapları” demiş. Tabiȋ cevap alamadı, bundan dolayı da makamında kalması düşünülemez bile.
O zamanlar HÖH’ün genel başkan yardımcısı olan Yaşan Şaban da atıldı. Ahmet Doğan, Hak ve Özgürlükler Hareketinden birçok milletvekiliyle meclisten ayrılırken “Ayrılıyoruz, çünkü Anayasada ulusal azınlıklar korunmuyor” dedi. Yaşar ise azınlıkların yararına maddeler sokmak için mecliste kaldı. O zaman Yaşar meclis koridorunda çok güzel bir konuşma yaptı. BSP’nin meclis grubundaki İbrahim Yalımov çabaları gibi Yaşar’ın çabaları da Anayasaya herkesin etnik kültürünü geliştirme hakkını temin eden bir maddenin eklenmesine sebep oldu. Bu şekilde Bulgar milletinin vatandaşlık bazında ele alınmasının temeli atıldı, yani Ahmet Doğan’ın bugün bile gurur duyduğu Anayasaya dayalı Bulgar etnik modeli. Aslında Yaşar Şaban’ın mecliste kalması HÖH yönetiminden atılmasına vesile olmuştu. Mümin Süleyman’dan (şimdi soyadı Yılmaz oldu) da söz etmek isterim. Hukuk eğitimi olan Mümin, İsim Kanunu mücadelesinde aktif rol aldı, isimlerin mahkeme prosedürüyle verilmesine kesinlikle karşıydı. Mümin HÖH’ün ilk Güney Bulgaristan koordinatörüydü. 1990 yılında Aralık ayının sonunda Stanimaka’da (Asenovgrad) açık toplantı düzenledi, toplantıya Doğan’ı sert dille eleştiren eski mahkȗmlar katıldı. Toplantının hemen ardından Doğan, daha fazla genel koordinatör kalamayacağını açıkladı. 1993’ün sonbaharında düzenlenen HÖH kongresinde Ahmet Doğan şu meşhur ve son derece agresiv ifadeleri kullandı: “Biz herhangi bir cumhurbaşkanına, hükümete ve meclise Batı Rodoplar’daki statükoyu değiştismesine izin vermeyeceğiz”.

Böylece HÖH daha fazla DS ajanları girmeye başladı, demokratik görüşlülr ise birden HÖH’ten atılmaya başlamışlardı. Bu süreç 90’lı yıllar boyunca sürdü. Bu, şu demek oluyordu “Pomaklara dokunmayın, onlar bizim”. 1993’teki kongrede dramatik bir olay oldu; Kırcaali’den Doğan’ın siyasetini onaylamayan 100 kişilik grup, gösterili bir biçimde kongreden ayrıldı. Kırcaalililer, Doğan’ın yönetimi tek başına dayatmasına karşıydılar ve belirli kişilerin DS ajanı olduğunu ve önceki rejime hizmet ederek kariyer yaptıklarını bildikleri için tepki gösterdiler. O zaman da Ahmet Doğan, katı bir biçimde DS ajanlarını dayattı, Kırcaali grubu da bu yüzden ayrıldı. Bu şekilde Mehmet Hoca’nın Demokratik Değişim Partisi kuruldu, ancak HÖH’ten atılan diğer “gübreler” gibi o da başarı gösteremedi. HÖH’ün kalesi olarak tanımlanan Kırcaali organizasyonu ayrılması Doğan’ın tek kişilik yönetimin doruk noktasıydı. O zaman Doğan onlara şunu gösterdi, partide kalanlar onu dinleyecek, o veya yakın çevrelerinin aldığı kararlara uyulacak. Trud gazetesiyle kongreyle ilgili yaptığı söyleşi, kongrenin düzenleniş şekli, Ahmet Doğan’ın raporu, kabul edilen tüzüğü; avtoritarizm derslerine eşi benzeri görülmemiş bir örnek teşkil edebilir.

Doğan’ın siyaset yapmakla para yapmayı sürekli karıştırdığı görülmekteydi. Bu, HÖH’ün desteğiyle kurulan Prof. Lyuben Berov hükümeti döneminde, özellikle 1993 yılı başında görülmeye başladı. Berov, sürekli ekonomik gücü artan Multigrup şirketinin adamlarını Bakanlar Kurulu idaresine ataması dayatılıyordu. Berov, bu baskıya karşı koymaya çalışıyordu, örneğin hükümete Styoyan Aleksandrov’u dayatmayı başarmıştı. Berov’un daha sonra Bakanlar Kurulu’nun genel sekreterini nasıl attığını da hatırlıyorum. “Neden böyle yapıyorsun?” diye sordum, o da bana “Multigrup’a çalışıyor, sürekli ellerine bakmaya tahamül edemiyorum” diye cevap verdi. Bu, HÖH ile Multigrup’un, Ahmet Doğan ile Multigrup’un Başkanı İliya Pavlov’un ilişkileri gizlenemez hale geldiği dönemdi.

Şu an artık 1990 yılının sonbaharında karma bölgeler etnik gerilimle çalkalanmaya başladığı unutuldu, aynı yıl Ocak olaylarından sonra ikinci kez oluyordu. Bu gerilimi eski DS iş birlikçileri başra olmak üzere postkomünist oluşumlar ve Komünist Partisi aktivistleri provoke ediyordu. Bu gerilim 1991 yılının ilk aylarına kadar sürdü. O zaman Kırcaali’de sivil itaatsizlik ilȃn edilmişti, bunun sonucunda şehirde birkaç ay boyunca yerel idare yoktu. Sivil itaatsizliği bir şekli olarak Kuzeydoğu’da devletin merkez yönetimini reddeden Razgrad Cumhuriyeti ilȃn edilmişti. “Soya dönüş sürecine katılan sınır askerlerinin birliklerini başka şehre değiştirmesi nedeniyle Cebel isyan ediyordu. Ana dili derslerine karşı zorunlu boykot düzenleniyordu, milliyetçiler Bulgar bayraklarıyla okulların önüne gelip öğrencileri ve öğretmenleri okula sokmuyordu. Milliyetçiler, ana dili Türkçenin eğitim programına girmesi konusunda sağlam duruş sergileyen Eğitim Bakanı Yardımcısı Rozalina Novaçkova’ya Kırcaali’de saldırmıştı. Yaşar Şaban’ın başı kanatılmıştı.

Daha sonra 1992 yılında haftada iki kez İçişleri Bakanlığı’na gittim, Koordinasyon ve Analiz idaresinde çalışanlar, bakanlığın bölge müdürlüğünden faksla ilk kaynaktan gelen bilgilerle tanışma imkȃnı sundu. Bir defasında Kuzeydoğu Bulgaristan’ın bir belediyesinde birinin öldürülmesiyle ilgili okuduğum bir bilgiyi hiç unutmam. Kelimenin tam anlamıyla etnik cinayet denebilir. Bir grup içkili “vatansever” bir meyhanede ilk giren Türke dayak atmaya karar veriyor. Dayaktan öldürülen kişinin ilçenin en uysan insanı olduğunu öğrendim. Tüylerim diken diken oldu. Türkler ayaklanabilirdi, böyle bir tehlike vardı, fakat HÖH’ün yerli aktivisleri buna izin vermedi, ne pahasına olursa olsun halkı kontrol altına aldılar.

MAYIS OLAYLARI’NI AHMET DOĞAN MI YÖNETTİ?

Çerneva en uzun süre ayakta kalan Bulgaristan Türk Millȋ Kurtuluş Hareketini (BTMKH) kimin kurduğunu sordu ve “Bunun sonucunda HÖH kuruldu” ifadesini kullandı. İvanov da şöyle açıkladı:
Başta Necmettin Hak olmak üzere BTMKH’nin kurucuları Hacıoğlu Pazarcıklı (Dobriç) 4 kişi. Bu dört kişi, daha sonra Kasim Dal’la ve Hallaçlı (Drındar) grubuyla da irtibata geçti, bu şekilde hareketin iki merkezi oldu: biri Hacıoğlu Pazarcık’taydı, diğeri de Hallaçlı’daydı. Necmettin Hak’tan da öğrendiğim kadarıyla bazı daha radikal aşırı kurgulu katılımcıların sorun yaratıyormuş. Ahmet Doğan bugün bile “silȃhsız mücadele”nin şartlarını oluşturduğunu iddia ediyor. Ancak İçişleri Bakanlığı Belgeleri, bu duruşun Necmettin Hak’a ait olduğunu söylüyor. Kurucusu olarak şöyle diyormuş “Şiddet yöntemi uygulamayacağız, fakar edebildiğimizce boykot edeceğiz”. BTMKH yapılı ve kapsamlı bir örgütür. Dediğim gibi o örgüt en uzun ömürlü olmayı başabildi, bunu da hafife almamak gerek. Bunun dışında Ahmet Doğan’ın bu örgütteki rolü de küçümsenmemeli. O dönemde DS’liler için en bütük sorun Türk bölgelerindeki DS ajanları tereddüt yaşamışlar. Tam olarak kullanılan ifade: “tereddüt yaşamışlar”.

İvanov, bu tereddütün 1984-85 kışında yaşandığı, Ahmet Doğan’ın da o dönemde tereddüt ettiğini ve asimilasyon kampanyası sonucu 800 bin kişinin isminin değiştirildiğini kaydediyor.

İvanov, şunları da ekledi:
Daha önce de sözünü ettiğim Angel Aleksandrov, raporunda BTMKH’deki 12 kişinin DS ajanı olduğunu, Ahmet Doğan’ın da onlardan biri olduğunu belirtiyor. Adil olmak gerekirse Hallaçlı’daki doktor yardımcısının ilk tutuklanmasına kadar DS başarısızlık yaşamadığının altını çizmek isterim, yani BTMKH’dedi DS ajanlarından bir tanesi bile örgütteki çalışmalarını bildirmez. Aslında Türkler arasındaki DS ajanları, bir iki değil, onlara karşı önyargılı olmamak gerek, çünkü onlar zorlu gelişim sürecinden geçiyorlar. Bazıları fakir ailelerin fakir çocuklarıydı ve kolay manipule ediliyorlardı. Ahmet Doğan’ın hayat öyküsünde de yöneticilerin onu nasıl şekillendirdiğini görüyoruz. Önemli olan bir insanın daha sonraki gelişimi.

Çerneva’nın “Ancak tam bu şekillendirme ileriki gelişiminde iz bırakıyor” demesi üzerine İvanov şunları söyledi:
Bazıları daha büyük ölçüde şekillendi. Bazı terddüt yaşayanlar ileride komünist rejime karşı geldiler. Bu çekilmeler yüzünden DS’nin bütün kuruluşlarına yoğun baskılar arttı. Özellikle İkinci ve Altıncı İdaresi üzerinde. Türkler arasında ajan oranın artırılması talimatı verildi. Todor Jivkov doğrudan imamların satın alınması talimatını veriyor, “Paraysa para, ne kadar gerekirse vereceğiz. Para isteyenleri geri çevirmeyeceğiz, birini satın alırken paraya acımayacağız, yeter ki siz isteyin” diyor. Bütün aydınlar ve muhtarlar güvenilir kişi veya ajan olmalı.
Daha sonra ne oluyor. 1986 yılına doğru ani direnişin gücü ve enerjisi azalıyor. Direniş çok gaddarca bastırılıyor, hapishaneler ve Belene kampı insanlarla doluyor. Avni Veliev, Halim Pasajov, Necmettin Hak, Ahmet Doğan, Kasim Dal – tamamı hapiste. Ortalık yavaş yavaş sakinleşiyor.

Ancak 1988 yılında Bulgaristan’daki yasa dışı örgütlerde bir artış görülüyor. Burada Bulgaristan’daki komünizm karşıtı hareketle ilgili bir parantez açmak gerek. Bizde orijinal komünizm karşıtlığı yoktu. Komünizm karşıtlarının büyük bir kısmı daha 9 Eylül’den [1944] sonra katledilmişti, daha o zamanlar bu tür komünizm karşıtı hareketler bastırılmıştı. Eski partiler yok edildi, partililer de kamplara sürüldü ve hapse atıldı. Komünizm karşıtı hareketler de türüyordu, fakat onlar ara sıra oluyordu. Tabiȋ 1968’de Varşava Paktı askerlerinin Çekoslovakya’ya girmesine karşı çağrılar yayımlayan Edward Genov, Aleksandır Dimitrov ve Valentin Radev gibi şahıslarımız da var. Bu yüzden hapse giren Fredi Foskolo’muz ve Petır Boyaciev’imiz var, hapisten çıkar çıkmaz aktif olarak Paris’teki direnişe katıldılar. Bizde isyan 80’li yılların sonunda başladı. Ancak bu, sistem içerisinde reformcu bir hareketti. Yani “biz bunu kabul etmiyoruz, biz farklı düşünüyoruz, bizim farklı düşüncelerimiz rejimin demokratikleşmesinin ötesine gitmiyor” türündendi. Maalesef bizim direnişimiz çok zayıftı. Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’daki direnişle kıyaslamamız mümkün değil, Sovyetler Birliği’ndeki direnişi hiç konuşmayalım, Sovyetler’de yüksek düzeyde şahıslar vardı, son derece de popülerlerdi ve farklı görüşlerinden de taviz vermiyorlardı. Şu veya bu şekilde 80’li yılların sonunda iktidarın ve DS’nin “yasa dışı” diye adlandırdığı örgütler vardı. Çelişli de olsalar, aralarında DS ajanı ve komünizmin azılı savunucuları da olsa o örgürler radikal değişimi gündeme getiriyordu. Bir kısmı rejimin olduğu gibi kalmasını savunuyordu, bir kısmı “Yok, rejimi değiştirmeliyiz, sistemi değiştirmeliyiz” diyordu. Yani homojen bir toplum değildi ve gruplardakiler çelişkiye giriyordu. DS de durumu analiz edip “Bunlarla çalışabiliriz, bunlarla çalışamayız, hadi bunları birbirine düşürelim, bunu nasıl yapalım: birilerini izole ederken diğerlerini ön plȃna çıkararak” diyordu. Bunun en belirgin örneklerinden biri [Fransa Cumhurbaşkanı François] Mitterrand’ın buraya geldiğinde Fransız Büyükelçiliği’ndeki kahvaltı olayı. O zaman onların bir kısmı izole edildi, bu da açıkça görüldü. Kim izole etti? DS. Nasıl izole etti: bir taraftan direnişçilerin bazıları hakkında “radikal” imajı çizdi ve bizimle olmaması gerektiği görüşünü yaydı. Zeynep İbrahimova olayında olduğu gibi bazılarını güç kullanarak durdurdular.

Yasa dışı örgütlerini konuşurken ilk önce Bağımsız İnsan Haklarını Savunma Derneği’nden söz etmek gerek. [Amerika Birleşik Devletileri’nin San Francisco şehrine] kovulmasına rağmen olaylar Edward Genov ile başladı, dernek faaliyetlerine hız vermişti. Buna paralel olarak Rusçuk Komitesi, vatandaşları temiz temiz havayı soluma hakkı gerekçesiyle bir araya getirmişti. Bağımsız Dernek, demokratik direnişin motoru olmuştu. Türk ile Pomakların (Batı Rodoplar ve Kuzeydoğu Bulgaristan) büyük bir kısmı hapisten çıkmasının Bağımsız Derneğin vardığını öğrenir ve dernekle iletişime geçmeye çalışır. Onlardan biri olan Zeynep İbrahimova, derneğin Kuzey Bulgaristan (Varna) koordinatörü olur. Kuzenleri, Babeçki ailesi ve kardeşi İbrahim İbrahimov’la birlikte çalışır. Derneğin Montana şehri grubuyla, daha doğrusu derneğin sözcüsü Dimitır Tomov ile irtibata geçerler ve Razgrad’da, Hacıoğlu Pazarcık’ta, Şumnu’da ve diğer bölgelerde ağlar kurmaya başladılar. Bulgar direnişçilerin mücadelesiyle ilgilenmeye başladılar, taktire şayan bir biçimde açlık grevi yaparak Petır Manolov’a ve eşine sahip çıktılar. Bu grev, dayanışma greviydi. Bu aileyle aç duran Müslüman adı taşıyanlar diğerlerinden daha fazlaydı.

Derneğin birçok dayanışma örneği sergilediğini vurgulayan İvanov, açlık grevine katılanların çoğunun pomak olduğunu belirtiyor ve daha sonra açlık greviyle İliya Minev’i desteklediklerini söylüyor.

İvanov, Zeynep’in daha 1989 yılının başında ülkeden kovulduğunu, örgütlenmenin artık gerçekleştiğini kaydetti.

Türklerin yasa dışı örgütlerinin ne yaptığını ve Bağımsızlık Derneği ile paralel çalışıyor muydu diye soran Çerneva’ya İvanov şunları söylüyor:
Türklerin yasa dışı örgütleri aktif değil, çünkü onların aktivisleri hapishanelerde. Direnişi iki döeneme ayırmamız gerektiğinin altını çizmek isterim. Biri zorla ad değişimi kampanyasına karşı gösterilen ani tepki. Burada yasa dışı mücadele şekillerini de dahil edebiliriz, terör gibi şiddet yöntemlerini de ekleyebiliriz. Bu, tartışmasız kınanması gerek. Bağımsız Dernek başka türden bir örgüt. Farkı nerede? Onlar yasalar ve Anayasa çerçevesinde açıkça yasal olarak çalışır. Onlar “Anayasa bize hak veriyor, fakat bu hakları temin etmiyor. Biz haklarımız için mücadele edeceğiz ve yaptıklarımız maksimum popülerlik kazandırmak için çaba göstereceğiz. Biz gizlenmeyeceğiz, tam aksine resmȋ olarak kaydolmak istiyoruz” diyordu. Yeni olan buydu. Onlar kesinlikle açıktı. Bu, bu tür örgütlerin plȃtformunun bir parçasıydı. Onların temsilcileri yasa dışı çalışmıyordu, herkesin önünde kendi isimleriyle çalışıyordu. Podkrepa (Destek), Rusçuk Komitesi bu şekilde kuruldu. Kisme gizlenmiyordu. Bağımsız Derneğin faaliyetlerinde yer alan Müslümanlar da gizlenmiyordu.
Aynı zamanda Bulgaristan’ın kuzeybatısında kendi Türk örgütünü kurmaya karar verirler. Bulgaristan’daki Demikratik İnsan Haklarını Koruma Ligi’nden söz ediyorum. Daha eğitimli olan Mustafa Ömer’i başkanı seçerler. Diğerleri “Başkan sen olacaksın, sen daha eğitimlisin, felsefe okumuşsun, daha aydınsın” der. Bu örgütün motoru Sabri İskender’dir. Sabri İskender çok aktif ve enerjik biridir. Üçüncü adam Ali Omarlı’ydı. O da çok aktifti ve direnişe katılımda kararlılık ve süreklilik gösterirdi.

Bu örgütlerin belgelerinde açık demokratik bir platform göreceksiniz. Her türlü mekanizmayı kullanarak ağır korumalara rağmen bir yolunu bulup yabancı büyükelçiliklere girmenin ve belgelerini Özgür Avrupa Radyosu İstasyonlarında, BBC’de ve Deutsche Welle’de yayımlatmanın bir yolunu bulurlardı. İleri doğru Mustafa Ömer, Türkiye’den Özgür Avrupa radyosundan bir bildiri okudu, bildiride Bulgaristan’daki Türklerin etnik kültürel haklarını geri alma mücadelesinin ülkeyi demokratikleştirme mücadelesinin bir parçası olduğunu ve komünist rejimin yok edilmesi gerektiğini söyledi. Aslında Yuvarlak Masa’da konuyu gündeme getiren ilk oydu. Şöyle demişti: “Biz Bulgaristan’daki komünist rejimi yuvarlak masaya oturtmalıyız. Yani bu, örgütlerin açıklığının ve yasallığının ilk belirtisiydi.

Üçüncü örgüt, hapisten çıkan Avni Veliev’in örgütüydü (artık hükümlülerin bir kısmı hapisten çıkmıştı) ve Veliev, kendi örgütünü kurmak istiyordu. Mustafa Ömer ile görüşür ve konuşur. Mustafa ona sorar “İyi de neden ayrılıyorsun bizden?”. Avni de kendi örgütünü kurmak istediğini söyler. Mustafa da “Madem öyle kur o zaman, bunlar da Demoktatik Lig’in belegeleri, önemli olan aynı takımda olmamız” der. Şu an Türkiye’de olan Avni Veli [12 Temmuz 2014 tar’h’nde hayatini kaybetti] Dayanışma Derneği Viyana 89’u kurar. Burada dış bağlam da çok önemli. Şubat 1989’da Viyana’da Güvenlik ve Avrupa İş Birliği Zirvesi’nin insan hakları ve azınlıklarla ilgili belgeleri tamamlanmıştı. Bu belgeleri yeni Soyvet yönetimi, yani Gorbaçov desteklemişti. Bu, Bulgaristan’daki komünist partisinde rahatsızlık yarattı. Politbüro’nun yüreğine indi ve hemen bu kararlara uymanın yollarını aramaya başladı. Komünist iktidar, bu kararları popülerleştirmek için Viyana belgelerinin Bulgarcasını basmaya karar verir. Yani Politbüro, insane haklarını koruyor görünümü vermeye çalışıyordu. Aynı zamanda Viyana Zirvesi 1989 yılında insane hakları alanında iki toplantı daha düzenler: Biri 30 Mayıs’ta Paris’te, diğeri Haziran’da Kopenhag’da açılması gerekiyordu.
Bulgaristan’ın birçok yerindeki Türkler Viyana Kararlarını öğrenince mücadelesini Paris’teki zirve ile ilişkilendirmeye karar verir. Burada farklı gruptan insanlar “Biz bunu daha önce teklif etmiştik” demeye başlarlar. Tam olarak ilk kimin teklif ettiğini kestiremiyorum, fakat eminim ki bu, havada uçuşuyordu ve birçok insan teklif etmişti. Eski Zağra hapishanesindeki Necmettin Hak, Kasim Dal, Ahmet Doğan ve diğerleri de teklif etmiş. Mahkȗmların hapishaneye ziyaretine gelen eşlerine “Hazırlanın, insanlarımızı Paris’teki görüşme için seferber edelim” dediğine dair yazılar okumuştum. Aynı zamanda Demokratik Lig, şuna karar verir: “Paris: hareket sinyali”. Bağımsız derneğin aktivistleri de aynısını söylüyor. Dördüncü kol da Bağımsız Derneğin yöneticileri. Burada biraz Bağımsız Derneği konuşmak gerek. O dönemdeki sekreter Petır Milanov, dernekteki Türkleri ve Pomakları Demokratik Lig’e yönlendirir. İki örgüt arasında iş birliği süreci başlar ve yer yer Demokratik Lig ile Bağımsız Derneğin aktivistlerinin birlikte çalıştığı görülür. Bu bağlamda Mayıs Olayları’na kimin daha fazla katkı sağladığını tartışmak anlamsız olur bence, çünkü ikisi de aynı işi yapıyordu. Bazı yerlerde derneğin yapılanmarı korundu, bazı yerlerde Demokratik Lig’le bütünleşti.

Ancak iktidarın oyunu kedi fare oyunuydu. Yapılan her şeyi biliyordu. Sürekli gözetim altındaydılar. Dinlemeye alınmışlardı ve takip ediliyorlardı. İktidar dalgalanmalar olacağını sezmişti ve Türkiye’ye göç kampanyasını başlatmak için bu dalgalanmaları kullanmaya karar vermişti. Kimse bunun plȃnlanmadığını düşünerek kendisini aldatmasıh. Dalgalanma hazırlığı çalışmaları yasa dışı örgütlere ait. Ancak komünist ynetim şöyle der: “Onlar dalgalanmaları örgütlesin, biz de Türklerden kurtulmak için hazırlanalım”. Belgeleri her okuyan dalgaları karşılama hazırlığı görür. İlk önce pasaport belgeleri hazılandı. Kime pasaport verilip verilmeyeceği konusu enine boyuna değerlendirildi. Toplantılar düzenlendi. Mayıs ayında açlık grevleri başlamadan önce İçişleri Bakanlığı’nda toplantı düzenlendi, toplatıya dönemin İçişleri Bakanı Georgi Tanev de katıldı ve “Şimdi bana Türk göçü başladığında ne yapacağımızı söyleyin” dedi. Daha sonra özetlemenin ardından birinci “aşırı fanatikler”in [zulümlere karşı çıkanlar] kovulmasına karar verdi, ikinci “bizim ajanlar” gitsin, üçüncü geri kalanlar gitsin dedi. Altını çiziyorum, bütün ajanlar Türkiye’ye akmalı. Bütün bunlar daha Mayıs Olayları başlamadan önce plȃnlanmış. Belgeler de iktidarın uygun anı beklediğini gösteriyor.

Mayıs Olayları’nın hareket parolası ve başlangıcı birkaç hattan ilerliyor. Bir taraftan Necmettin Hak eşine “Siz, Hacıoğlu Pazarcık’ta bizim kadınları ve her şeyi hazırlayın” diyor. Öte yandan Demokratik Lig, açlık grevini başlatmaya karar veriyor. Bunun dışında Bağımsız Dernek özel görüşme hazırlıyor, Demokratik Lig de Mayıs ayında kendi konferansını düzenliyor. Yani örgüt açısından hareketlilik iyice görülmekte. İktidar her şeyi takip ederek gerekli önlemleri alıyor. 9 Mayıs’ta ülkeden Mustafa Ömer ile Ali Omarlı’yı kovuyor, daha sonra Sabri İskender’i, Avni Veliev’i ve diğerlerini. Mayıs ayının sonuna kadar ülkeden birçok kişiyi kovuyor. Bununla ilgili değerlendirmelerde farklı rakamlar veriliyor, çoğu göçmen 5 bin rakamında hemfikir. Bağımsız Derneğin yöetimi tutklanarak soruşturmaya alındı. Konstantin Trençev, Kolyo Bosiya, Hristofor Sıbev, Hasan Byalkov, Anton Zapryanov ve Todor Gagalov. Türkleri kışkırtmaları gerekçesiyle soruşturma açıldı. Yani Türk demokrasi hareketi başsız bırakıldı. Şunu da belirtmeliyim ki, hapishanelerde de direniş var. Ahmet Doğan da tepki gösterdiğini iddia ettiğinde kabul etmek gerek. Evet, tepki göstemiştir.

Çerneva, söyleşide Doğan’ın nasıl tepki soruyor. İvanov da şöyle açıklıyor:
Yani açlık grevi ilȃn etti. Daha sonra onu yanına çağırdılar ve son vermesini söylediler, o da son verdi. Ahmet Doğan belge hazırladı, Necmettin Hak’ın eşi hapishaneye ziyarete geldiğinde belgelerin bir kısmını çıkarmayı başardı. Ahmet Doğan’ın yazdığı belgelerin Paris’e ulaşması gerekiyordu. Belgeler Paris’e ulaşmadı, fakat şu veya bu şekilde çabaları ortada. Bu çabayı da görmezden gelemeyiz.

Çerveva da şunu diyor:
Bu dediğiniz, Ahmet Doğan’ın iddialarından oldukça farklı, Doğan “1989’daki Mayıs Olayları’nın örgütlenmesinde en çok benim payım olmuştur diyor ve bazı insanların da bunu tartışması biraz üzücü.

Konuya açıklık getiren İvanov olayları şöyle özetliyor:
Ona bazen “Türklerin Levski’si [Bulgarların millȋ kahramanı] siz misiniz” diyorlar, o da “Evet, benim” diyor. Birçok kez söyledim, yine tekrar ediyorum, Ahmet Doğan’ın Mayıs olaylarıyla hiçbir ilgisi olmadığını söylemek gerçeklerle örtüşmez. Fakat Doğan’ın farklı bir şey iddia ediyor veya düne gelince ediyordu. Doğan Mayıs Olayları’nda baş rol oynadığını iddia ediyordu. Hapisten oldukça destek geldiğini söyleyebilirim, özellikle Hacıoğlu Pazarcık’tan, mahkȗmların hanımları protestolar düzenledi, Ezski Zağra’da Necmettin Hak’ın eşi Ali başta olmak üzere. Ancak bunun dışındakiler kitlesel hareketin sonuçları. Birçok insan bu karara varıp spontane bir şekilde örgürlendi. Razgrad’da veya Cebel olaylarında Domekratik Lig’in faaliyetlerinin nerede sona erdiğini ve Bağımsız Derneğin faaliyetlerinin nerede başladığını kestiremezsiniz. Oradaki aktivistlerden biri Viyana 89, diğeri de Bağımsız Dernek. Fakat onlar birbirine bağlı, her şeyi de birlikte yapıyorlar.Birileri çıkıp “İyi ama Zeynep yoktu” diyor. Peki ya bütün bu ağları, bütün bu örgütü kim kurdu? Ahmet Doğan’ın Mayın Olayları’yla ilgili öncü rolünü tartışmak asılsız, HÖH’lüler bunu siyasȋ amaçlar için kullanıyor. Bunu Hak ve Özgürlükler Hareketinin liderini kahraman göstermek için yapıyorlar, bu şekilde onun otoritesini güçlendiriyorlar.

Gazeteci şu ifadelere yer verdi:
Aslında hapiste olduklarına göre, Doğan ve çevresindekiler ne Mayıs oalylarında önce ne de sonrsında Türkiye’ye kovulmadılar. Oysa Zeynep İbrahimova, Mustafa Ömer, Sabri İskender ve diğerleri kovulmuştu. 10 Mayıs’tan sonra bizde Türk demokratik hareketinin başsız bırakıldığını söylemiştiniz. Bununla neyi kastediyorsunuz?

Kitleler halinde demokratik görüşlü Türklerin ve Pomakların göçe zorlanması demokratik görüşlü azınlıkları başsız bıraktığını söyleyen İvanov durumu şöyle açıkladı:
Aslında demokratik görüşlülerin büyük bir kısmı artık kovulmuştu. Bu şekilde daha sonra gelecek olanların yolu temizlenmişti.

Artık Mayıs Olaylarını noktalamak isterim, olaylarda 30 bin civarı insan yer almıştı. Dediğim gibi 9 Eylül 1944’ten sonra komünizm karşıtı birçok yasa dışı örgüt türedi, 50’li yıllardan sonra rejimle ciddi bir mücadele yürütülmedi. Polonyalıların 1980 yılı [ayaklanması] ve Dayanışma [derneği] vardır. Çeklerin Prag Baharı vardır. Macarların 1956 isyanı vardır. Bulgaristan’ın Mayıs Olayları vardır. Bu da Berlin Duvarı’nın yıkılışına bizim katkımızdır. Bunu yüksek sesle söylemek ve herkese duyurmak gerek. Bu yüzden de demokratik görüşlü Türklerin ve onlara yardım eden Bulgarların katkısı büyüktür. Açıklık ve Yeniden Yapılanma Kulübü’nün temsilcileri bazı temsilciileri de Mayıs protestolarıyla dayanışma içinde olmuştur. Tamamı değil tabiȋ, aralarında uyuşmazlık da vardı, fakat Deyan Kyuranov, Evgeniya İvanova, Antonina Jelyazkova, Radoy Ralin, Hristo Ganev, Jelyu Jelev, Blaga Dimitrova ve diğerleri kesin duruş sergileyerek Türklerin etnik kültürel haklarını savunmuştur.

Çerneva, şu sözlere de yer verdi:
Genel olarak Bulgarlar Mayıs olaylarını desteklemedi. Mayıs Olayları’nı rejime karşı tepki imkȃnı olarak göremeyen Bulgar halkının siyasȋ olgunluk eksikliğini nasıl yorumlayacaksınız? Zeynep İbrahimova’nın bir söyleşide şöyle dediğini hatırlıyorum: Bulgarlarlar protestoları destekleseydi rejim çok daha çabuk yıkılırdı.

Cevap olarak Bulgaristan’da direnişin çok zayıf olduğunu söyleyen İvanov, durumu şöyle açıklar:
Tekrar ediyorum, bizde direniş hareketleri son derece zayıftı ve pek popüler değildi. Tepkiler aniydi, bazı yerlerde sesimizi duyuramazdık. Bulgar Bilimler Akademisinin (BAN) Nükleer Enstitüsü’nde çalışırken tepki göstermiştik, devede kulak bile denemez. Kimse anlamadı. Destek kitlesel değildi. Bulgar toplumu kayıtsız kaldı. Kitlesel olarak insanlar ne olduğunu bile anlamadı. Sanki birçok insanın kafasında böyle bir fikir yoktu. Özgür Avrupa radyosunu ve Rumya Uzunova’yı dinleyenler her şeyi duyuyordu, yine de sokaklara dökülmüyordu. Tepki göstermek için hiçbir örgütlenme yoktu.

Defakto göç kampanyasını komünist rejim ve gizli servisleri örgütledi. Olaylar seri şöyledir: önce grevleri başladı, sonra protestolar, aynı zamanda faaliyetler sınır ötesini de aşmıştı, ondan sonra kitlesel göçler başladı. Mustafa Ömer, Alvanlar’daki (Yablanovo) direnişi sürdürme görevini eski Muhtar Hüseyin Nuh’a devretti. Demokratik Lig’in Alvanlar’daki yöneticisi olarak direnişi örgütledi. Kitlesel göç kampanyası, Todor Jivkov’un amaçlarını, gerekçelerini ve fikirlerini ortaya döktü. Jivkov “Görevimiz 300 bin kişiyi kovmak” dedi. Sonra geri adım attı, çünkü birden bunun ekonomik sorunlar yarattığı ortaya çıktı. Aslında o [Todor Jivkov] ne yaptığını hesaplayabilecek biri değildi. Gerçek bu. Bütün bu olayların büyük sorumlusu Todor Jivkov’dur. Göç kampanyası sırasında ve sonrasında karma bölgelerde Türkler ile Bulgarlar arasındaki ilişkiler iyice bozulmuştu. Araya parti propadandasının meydana getirdiği yabancılaşma ve provoke ettiği etnik gerginlik girmişti. Radyolardan ve televizyonlardan nefret aşılandığı da görülürdü. Sürekli şu tekrarlanıyordu: Onlar kendileri gitti, kapıyı çarpıp Bulgaristan’la bir ilgimiz olsun istemiyoruz dediler”. Kamuda ve parti toplantılarında sürekli bunlar dillendiriliyordu. 1989 yılının sonunda değişimlerden sonra DS’nin adamları, komsomollar ve parti üyeleri karma bölgelerde Türklerin ve Pomakların adlarının ve haklarının geri verilmesine izin verilmemesi için direnişleri örgütlerken de böyle bir havaya girmiştik. Zeynep İbrahimova haklıydı, Bulgarlar kitlesel olarak onlara katılmamışlardı. Ancak bunun sebepleri o kadar basit değil. Biz totaliter sistemin kamuoyu oluştururken kullandığı mekanizmalarını da hesaba katmalıyız. Bazen arşivleri okurken İçişleri Bakanlığı yönetiminin oturumlarda söylentileri nasıl yayacağını konuştuklarını görüyorum. Bazı ajanlar vardı, onların tek görevi söylenti yaymaktı. Amaçları gerilim yaratmaktı. Bizde rejime karşı yürütülen genel direniş de zayıftı. Dediğim gibi açıklık ve Yeniden Yapılanma Kulübü’nde ayrışmalar vardı. Kulüptekilerin bir kısmı Türklerin savunulmasına karşıydı. Deyan Kyuranov, Evgeniya İvanova veya Antonina Jelyazkova ile konuşursanız 120 aydının imzaladığı genel birdiriyi geçirmenin ne kadar zor olduğunu görürsünüz. Bugün bile Antonina, Radoy ve Blaga Türkler arasında çok popülerdir.

Değişimlerin ardından Türklerin dilini soyunu bilme hakkını savunmak ve Türk olmaktan utanmamaları için Ulusal Uzlaşı Komitesi Kurduk. Bizim yanımıza gelerek Türk arkadaşlarımız rahatlıkla kendilerini Türk olarak tanımlayabilirlerdi, o zamanlar sokaklarda bu imkȃnsızdı, işleri bu noktaya getirmişlerdi. Ulusal Uzlaşı Komitesi’nce BKP’nin Merkez Komitesi’nin 29 Aralık 1989 tarihinde adları geri verme kararını desteklemeye karar vermiştik.

Pomakların o dönemde Türklere oranla daha aktif olmalarını yorumlayan İvanov şöyle konuştu:
Türkler o zamanlar ezilmiş haldeydi. Aktivistlerin büyük bir kısmı Türkiye’deydi, diğerleri ise henüz hapisten çıkmamıştı. 10 Kasım’dan itibaren hapisten ilk çıkanlardan sonra Ahmet Doğan neredeyse 22 veya 23 Aralık’ta çıkmıştı. Türkler gerçekten de aktif değildi, fakat Pomaklar çok aktifti. O zamanlar birçok insan çağrımıza kulak verip bize katılmıştı. Meydana gelip insanlar dayanabilsin diye çay ve kahvaltı dağıtıyorlardı.

Aynı zamanda DS mekanizması da olmak üzere Komünist Partisi’nin muhafızakȃr çevrelerinin direnişi de çok büyüktü. O zamanlar ulusal televizyonun müdürü Filip Bokov’du. Ekranı sürekli milliyetçi nefretle ve Kuzeydoğu Bulgaristan’daki ve Doğu Rodoplar’daki milliyetçi miting yayınlarıyla dolduruyordu. O yayınlar, gerilimi inanılmaz artırıyordu. Bu kasıtlı bir tepkiydi. İleride etnik kartın kartın kullanılması için daha ilk yıllarda bu şekilde etnik kartla oynanmaya başlamıştı.

1984-89 zulmünü de yorumlayan İvanov şunları söyledi:

Bütün 1984 yılı boyunca İçişleri Bakanlığı, silȃhlanmayı, personelini artırdı; bütçeyi de artırdı, yeni teknoloji satın alındı, düzensizlikle mücadele düzükleri gözden geçirildi vs. vs… Bu da “soya dönüş süreci”nin spontane bir eylem olmadığı gösteriyor, yani arkadaşlarıyla ava gitmiş, orada aklına gelmiş ve uygulamaya karar vermiş. Yok öyle şey. Her şeyin hazırlığı yapıldı. Bundan kesinlikle eminim, belgeleriyle de kanıtlayabilirim.

“SİDEROV, AHMET DOĞAN’IN DAĞILMIŞ SÜRÜSÜNÜ KOYUN AĞILINA TOPLUYOR”

Türk karşıtı tavırlarıyla bilinen Ataka konusuna değinen İvanov şöyle konuştu:
Vanasız basınç altında bir tencere düşünün. Türklerin ve genel olarak Bulgaristan’daki Müslümanların durumu bu. Ataka’nın sergilediği saldırganlığı unutmayalım Ataka’nın saldırganlığı 2005 yılındaki genel seçimlerde oyları bir arada tutmuştu ve ondan önce HÖH’e hiç oy vermeyen Türkler bile oy vermişti. RZS’nin, VMRO’nun, çoğu zaman da GERB’in popülizmini de ekleyin.

MİHAİL İVANOV KİMDİR?

Mihail İvanov 1943 yılında Sofya’da dünyaya geldi. 1969 yılından itibaren Bulgar Bilimler Akademisine (BAN) bağlı Nükleer Araştırmalar ve Nükleer Enerji Enstitüsünde çalışmaya başladı. 1985 baharında ve 1989 yazında Komünist Partisinin Bulgaristan’daki Türklere uyguladığı asimilasyon politikasına karşı olduğunu ilȃn etti. İvanov’un inisyatifiyle 7 Aralık 1989 yılında Ulusal Uzlaşı Komitesi Kuruldu. Jeylu Jelev’in 1990-1997 yıllarındaki Cumhurbaşkanlığı döneminde Etnik Sorunlar Danışmanı ve 2001-2005 yılları arasında Bakanlar Kurulu’na bağlı Ulusal Etnik ve Demografik Sorunlar Komisyonu Sekreteriydi. Yeni Bulgar Üniversitesinde (NBU) etnik siyaset ve insan haklarını koruma dersleri veriyor.

Aydın Osman | T HABER


İçeriği Paylaş