İzmir Basınına göre Makedonya Meselesi (1908-1914)

Özel Dosyalar
İçeriği Paylaş

14. Yüzyıldan 1912–1913 Balkan Savaşı’na kadar Osmanlı yönetiminde kalan Makedonya, gerek Türk tarihi gerekse Balkan tarihi açısından önemli bir yere sahiptir.

Makedonya; sahip olduğu coğrafi konumu itibariyle, Balkan Yarımadası’nın merkezi durumundadır. Gerek Anadolu’dan Avrupa’ya, gerekse Avrupa’dan Akdeniz’e, hatta kuzeye, Rusya’ya açılan istikametlerin birleştiği bir düğüm noktası durumundadır. Askeri ve ticari yolların kavşağı durumunda olmasından dolayı Makedonya tüm devletlerin ilgi odağıydı.

Makedon, Türk, Sırp, Arnavut, Yunan ve Ulah gibi pek çok etnik unsuru bir arada barındıran Makedonya’ya tarihsel süreçte pek çok müdahaleler oldu. Gerek Balkan devletleri, gerekse büyük devletler, bölgede üstünlüğü ele geçirmek için faaliyetlerde bulunuyorlardı.

Makedonya Meselesi’nin ortaya çıkışı 19.Yüzyılın. son çeyreğine rastlar. Bundan sonraki dönemde de canlılığını koruyan Makedonya Meselesi çeşitli safhalardan geçerek günümüze kadar devam eder. Bölge üzerinde en çok faaliyet gösteren unsurlar; Bulgarlar, Yunanlılar ve Sırplardır. Bunlar çetecilik faaliyetleri ile bölgeyi alt üst etmekteydiler. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi büyük devletler de işin içine karışınca bölgede tam bir kargaşa yaşanmaya başladı.

Bütün bu mücadelelerde Makedonya’da yaşayan milletlerin varlığı daima göz ardı ediliyordu. Nedense bölgenin asıl sahibi olan Miletlerin temel hak ve özgürlükleri sürekli engelleniyordu.

Uzun mücadeleler sonucunda, kısmen de olsa Makedonya yani Vardar Makedonyası bağımsız bir devlet oldu.

I–1908 Öncesi Makedonya

A. Makedonya’nın Coğrafi, Etnik Yapısı ve Osmanlı Öncesi Durumu

Fransızcadan dilimize Makedonya olarak geçen kelimenin aslı “macedoine” olup: “Karışık, türlü, muhtelif parçalardan mürekkep, yamalı bohça, sebze ya da meyve salatası” manalarına gelmektedir.

Ülkenin siyasi sınırları yüzyıllar boyunca birçok defalar değişime uğramış ise de, doğal anlamda Makedonya olarak anılan bölgenin coğrafi sınırlarını, doğuda Karasu (Mesta Nehri) ve Rodop Dağları, güneyde Ege Denizi ve Vardar Nehri, batıda İnce Karasu (Bistrica Nehri), Ohri Gölü, Drim Nehri ve Koza Dağları, kuzeyde ise Şar, Osogova ve Rila Dağları çizer.

Bugün Makedonya denildiğinde aynı coğrafi alan anlaşılmaktadır. Ancak bugün üç ayrı devlet arasında bölünmüş olan Makedonya’nın kuzey ve batısını bugünkü Makedonya Cumhuriyeti (Vardar Makedonyası), güneyini Yunanistan’a bağlı Ege veya Yunanistan Makedonyası, doğusunu ise Bulgaristan’a bağlı Bulgaristan veya Prin Makedonyası meydana getirmektedir.

Makedonya Cumhuriyeti; 25.713 km2 yüzölçümü ile toplam 2.132.000 nüfusa sahiptir. Başkenti Üsküp’tür. Kuzeyde Sırbistan, doğuda Bulgaristan, güneyde Yunanistan, batıda Arnavutluk ile çevrilidir. 1991 yılı içinde Yugoslavya Federasyonu’nda ortaya çıkan karışıklıklara ve milliyetçilik hareketlerine paralel olarak bağımsızlığını ilan eden Makedonya’nın başlıca şehirleri; Üsküp (Skopje), Tetovo (Kalkandelen), Kumanova, İştip, Pirlepe ve Manastır (Bitola)’dır.

Bulgaristan (Pirin) Makedonyası; 8000 km2lik yüzölçümü olan bu bölgede yaklaşık 500.000 kişi yaşamaktadır. Yukarıcuma (Blagoevgrad), Simitli, Petriç, Suetveriç ve Melnik önemli yerleşim merkezlerindendir.

Yunanistan (Ege) Makedonyası: Ege Makedonyası coğrafi olarak üç bölgeye ayrılır. Batı Ege Makedonyası, Orta Ege Makedonyası ve Doğu Ege Makedonyası. Ege Makedonyası’nın toplam yüz ölçümü 34.203 km2 olup nüfusu 2.057.000.’dir.

-Batı Ege Makedonyası: Yüzölçümü 8.319 km2dir. Bölgedeki il sayısı dört olup, bu iller Grebana, Vodin, Kesriye, Florina ve Kozanidir.

-Orta Ege Makedonyası: Yüzölçümü 15.858 km2dir. Bölgedeki iller ise Selanik, Kılkış, Voden, Karaferya, Katerin, Halkidiki ve Ayranoz’dur.

-Doğu Ege Makedonyası: Yüzölçümü 9.823 km2dir. Bölgedeki iller, Kavala, Drama, Serez’dir .

Bu coğrafi alanda tarih boyunca Makedonya Krallığı, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Bulgar Krallığı, Kuman (Kıpçak) Devleti, Sırp Krallığı, Osmanlı İmparatorluğu gibi devletler hüküm sürdü.

Arkeolojik bulgular Makedonların bölgedeki varlığının Tunç çağına uzandığını göstermektedir. Tarihi kaynaklara göre Makedonlar, M.Ö. 2000’li yıllarda Anadolu’dan Moravya-Vardar istikametinden ve Rusya ile Tuna Nehri boylarından inen kavimlerin karışımı olarak kabul edilmektedir. Ancak Makedonların Anadolu asıllı oldukları ihtimali daha yüksektir. Antik çağdaki Makedonyalıların Alban’lara (Arnavutlara) akraba Pelasg asıllı olduklarını ileri süren görüşler de vardır.

“Ben Makedon’um” diyen bu insanların ırki kökenlerini bugün için sağlıklı bir şekilde ortaya koyabilmek oldukça güçtür . Ama inkâr edilmesi mümkün olmayan gerçek şudur ki; bugün Makedon diye bir ırk vardır.

Bölgede bilinen ilk hâkimiyeti M.Ö. 725’lerde Argead Hanedanı’ndan I. Ferdikas kurdu. Makedonya Krallığını kuran bu hanedan, Yunan asıllı değildir. M.Ö. 513’te II. Filipin kral olmasıyla, devletin otoritesi kuvvetlendi ve sınırlar genişletildi. M.Ö. 168’lerde Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti haline getirildi. Kavimler göçü esnasında ve sonrasında sık sık istilaya uğrayan Makedonya, M.S. VI. yy.da Slavlaşmaya başladı. IX. ve X. Yüzyıllarda bölgede Bulgarlar etkili oldu. 1204–1224 arasında Makedonya’da Latin Krallığı kuruldu. 1230’larda Bulgarların, 1280’de de Sırpların hâkimiyetine geçti . Sırp hâkimiyeti 1371 yılına kadar devam etti.

B.Makedonya’nın Osmanlı İdaresi Altına Girişi ve İdari Teşkilatlanma

Balkanlarda, Türkler birbirinden farklı iki devrede etkili oldular. Birinci devrenin kahramanları orta Asya’dan hareketle Karadeniz’in kuzeyinden geçip Tuna boyuna ve Balkanlara gelen Şamanist Türkler, ikinci devrenin kahramanları ise Anadolu Türkleridir.

Balkanlara ilk gelen Türkler Hun’lardır (M.S. 375). Ardından Avarlar, Bulgarlar, Kumanlar ve Peçenekler 4.asırdan 8.asra kadar aralıksız olarak Orta Avrupa’ya ve Balkanlara yerleşerek Türk kültürünün yayılmasını sağlamaya çalıştılar. Bulgar Türkleri zamanla Slavlaşırken Peçeneklerin de bir kısmı (Bizansa sığınanlar) Hıristiyanlaştılar. Balkanlara gelen son Şamanist Türk kavmi olan Kumanlar da zamanla Hıristiyanlığı kabul ettiler.

Bölgeye gelen Türklerin bir kısmı (Kumanlar) Vardar Kıyılarına ve Ohri Ovasına bir kısmı da (Peçenekler) Karaferye’ye yerleştiler. Hatta Vardar kıyısına yerleşenlere Rumlar Vardariyot (Vardarlı) derlerdi. Sonrasındaki gelişmelerin neticesinde bir kısmı Makedonya’da kalırken bir kısmı da Trakya’ya veya Küçük Asya’ya (Anadoluya) kadar sürüldüler. Tabii ki bu süreçte sığınma talebinde bulundukları Bizanssın etkisi büyüktür.

Bu Türk boylarının Osmanlı ile karşılaşıp yardım etmeleri 13.yüzyılın ortalarına rastlar. İşte bu dönemde bunlara yardım etmelerinden olayı “yardımcı” anlamına gelen Pomag/Pomaç, Pomaga veya Pomak denmeye başlandı.

Anadolu Türklerinin Balkanlar’da ilk yerleşmesi, 1264 yılında Selçuklulardan İzzeddin Keykavus’un Bizans’a kaçıp sığınması olayıyla ilgilidir. Bizans imparatoru Ona ve askerine yerleşmesi için Dobruca ilini tahsis etti. Bunun üzerine Anadolu’dan kendisine taraftar olan bir göçebe Türk grubu (Saru Saltuk Dede) ile beraber Dobruca’ya geçtiler. 13.asrın ikinci yarısında ise Altınorda hanı Berke ve ondan sonra Emir Nogay Balkan işlerine yakından müdahale ettiler ve Dobruca’daki Türkleri himayeleri altına aldılar. AncakDobruca Türklerinin bir kısmı Bulgarların saldırıları üzerine (1307-1311) Anadolu’ya geri geldiler, kalanlar ise Hıristiyanlaştılar. Karadeniz’in kuzeyinden gelen Türklere oranla Anadolu’dan gelen Müslüman Türkler kendi dil ve kültürlerini saklamayı başardılar.

Bundan sonra Batı Anadolu’yu fetheden Aydın, Saruhan ve Karesi Beyliklerinin, Ege denizini geçerek Balkanlara yaptıkları akınlar gelir. Aydınoğlu Gazi Umur 1332’de Bizans’ın müttefiki olarak Balkanlar’da faaliyetlerde bulundu. Ne var ki Latinlerin Ege kıyılarındaki faaliyetleri, Aydınoğullarının Rumeli’deki faaliyetlerini engelledi ve yerlerini Osmanlı beylerinin almalarına fırsat verdi.

Bizans’la verdiği mücadeleler sonucu Osmanlı Beyliği, Boğazlar ve Marmara sahillerine kadar olan alana hâkim oldu. Osmanlı birlikleri, 1353’te Süleyman Paşa komutasında Çanakkale Boğazı üzerinden, bir daha dönmemek üzere Rumeli’ye geçtiler. Türk tarihinde bir dönüm noktası teşkil eden bu olay, Balkanlar ve Avrupa’nın Türk fetih hareketlerine açılmasını sağladı Türklerin Rumeli’deki etkinliği Avrupalıların dikkatini çekti ise de, o dönem birbirleri ile mücadele ettiklerinden Osmanlılara karşı gerekli reaksiyonu gösteremediler. Osmanlılar bundan faydalanarak hızla yayılmaya başladılar.

1363’te Edirne’nin fethedilmesi, ardından Sultan I.Murat’ın Filibe ve Zagra üzerine yürüme emri vermesi Bizans’ı iyice paniğe düşürdü. Zira bu durum Bizans’’ın Sırplar ve Makedonya’daki Bulgarlar ile irtibatını kesiyordu. Bu durumdan kurtulmanın tek yolu Türkleri Avrupa’dan geri atmaktı. Bu amaçla kurulmuş olan Haçlı ordusu 26 Eylül 1371’de Çirmen’de ağır bir yenilgiye uğratıldı. Çirmen zaferiyle başlayan Makedonya fütuhatı 1373’te tamamlandı .

Bu gelişmeler karşısında Osmanlı Devleti’ne karşı direnç gösteren tek teşebbüs, Bizans İmparatoru’nun oğlu ve Selanik Valisi olan Manuel’di. Manuel, Sırpların uğradıkları mağlubiyetten istifade ederek, kuzey Yunanistan ve Makedonya’da daha önce Bizans’a ait olan yerleri geri almak istiyordu.

Manuel’in bölgedeki faaliyetleri üzerine Osmanlı Sultanı I.Murat, Rumeli Beylerbeyi’ni Batı Makedonya’ya sefer yapmakla görevlendirdi. Bu dönemde Kavala, Stanros, Kilkis, Yanya gibi batı ve güneybatı Makedonya’da yer alan birçok Sırp kalesine akınlar yapıldı. 1372 yılında bölgedeki en büyük ve önemli şehirlerden birisi olan Serez, Osmanlıların eline geçti.

Serez’le beraber aynı yıl içerisinde Kavala, Drama ve Karaferya gibi şehirler de Osmanlı hakimiyeti altına girdi. Osmanlıların Makedonya’yı fethederek Köstendil’e kadar gelmeleri, Yukarı Sırbistan Despotu Lazar Grebyiyanoviç’i anlaşmaya sevk etti. Lazar Osmanlılar’a asker ve vergi vermeyi kabul etti. 1382 yılında Manastır, 1385 yılında Pirlepe ve Ohri, 1386’da Niş alındı .

Bu dönemde ele geçirilemeyen Selanik ise, Yıldırım Beyazıt zamanında ele geçirildi. Ardından Yanya’nın da ele geçirilmesiyle bütün Makedonya Türk hakimiyetine girdi. Ancak 1402 Ankara Savaşı yenilgisi ile başlayan Fetret Devri”nde Güney Makedonya’daki bazı yerler tekrar Bizans hâkimiyetine girdi.

II. Murat döneminde, Balkanlardaki Türk fetihleri yeniden hızlandı ve tekrar üstünlük sağlandı. Osmanlıların Makedonya ve Balkanlarda genişlemelerine karşı yapılan son Haçlı Seferi, 1448’de düzenlendi. Kosova’da karşı karşıya gelen iki ordu arasındaki mücadeleyi Osmanlı ordusu kazandı. II. Kosova Zaferi olarak tarihe geçen bu başarıyla beraber, Makedonya kesin olarak Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisine girdi. Böylece Makedonya’da Osmanlı hâkimiyeti altında beş yüzyıl sürecek olan yeni bir dönem başladı. İdari teşkilat bakımından Makedonya, Rumeli Eyaleti’nin sınırları içerisinde kalıyordu. Rumeli eyaletine toplam yirmi dört sancak bağlı olup, bu sancaklardan 6 adedi Makedonya sınırları içindeydi (Yanya, Ohri, Selanik, Üsküp, Pizren, Vulçıtrın). Bölgedeki bu idari teşkilat uzun yıllar önemli bir değişikliğe uğramadan 19.yüzyılın ortalarına (1843) kadar varlığını sürdürdü.

Sadrazam Mustafa Reşit Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun idari teşkilatında ve yönetiminde bazı değişiklikler yaptı. Merkeziyetçi bir idare kuruldu. Buna göre Osmanlı devleti 39 eyalete bölündü. Makedonya bu yapılanma içerisinde Rumeli, Selanik, Yanya, Niş ve Üsküp eyaletleri içerisinde kaldı. Daha sonraki yıllarda 1864 yılında çıkarılan bir tüzükle illerin durumu ve idari yapı yeniden belirlendi. Bu yapılanma içerisinde Makedonya, Yanya, Selanik, İşkodra vilayeti sınırları içerisinde yer aldı.

Osmanlı yönetimi altındaki Makedonya 19.yüzyıl başlarına kadar, oldukça huzur ve refah dolu bir dönem geçirdi. Yükselme, duraklama ve hatta gerileme döneminde bölgede cereyan eden önemli olaylar, hiç bir zaman geniş halk kitlelerine yansımayan yerel eşkıyalık ve şakilik hareketleridir. Bu hareketler bazı eyalet sancak beyleri ve aşiret reislerinin merkezi otoriteye karşı başlattıkları münferit isyanlardır. Hemen hemen bütün isyanlar özellikle Osmanlı Devleti’nin savaşta olduğu, güç günler geçirdiği dönemlerde ve Ortodoks Kilisesi’nin kışkırtması sonucu vuku buldu. Makedonya’da organize, halka yansıyan isyan hareketleri ancak 19.yüzyıldan itibaren görülmeye başlar. Bunun de en büyük nedeni, milliyetçilik akımları ve Panslavizm’dir .

C.Balkan Uluslarının Makedonya İle İlgili Toprak İddiaları ve Avrupa’nın Tutumu

Makedonya, gerek stratejik önemi, gerekse üzerinde çeşitli milletlerin yaşadığı alan olması sebebiyle; Berlin Antlaşması’ndan sonra birçok devletin üzerinde emeller beslediği alan haline geldi. Bu devletler Makedonya ile sınır komşusu olan Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan’dır. Daha sonra bu mücadeleye Romanya da katıldı. Bu devletlerin arzusu Makedonya’yı bütünüyle ilhaktı.

Bu uğurda ilk mücadeleyi Bulgaristan başlattı. Onlara göre burası, bir zamanlar Bulgar çarı Simon’un kurduğu “Büyük Bulgar İmparatorluğu”na dâhildi. Bulgar Eksarhlığı’nın yayınladığı bir bildiride; “Bizim geleceğimiz Makedonya’dadır… Makedonyasız Bulgar Devleti, Balkanlar içinde gayesiz ve önemsiz kalacaktır. Selanik, Bulgar Devleti’nin giriş kapısı olmalıdır.” deniliyordu .

Ulahlar (Arumen/Vlahlar)’da tarihi verilere dayanarak hak iddia ediyorlardı. Bunların bir kısmı kendilerini Helen sayarlardı. Özellikle zengin Vlah tüccarlarının parasıyla Helenizm propagandası yapıyorlardı. Bir diğer kısım ise ayrı bir millet olarak bağımsızlık düşüncesinde hareket etmekteydi. Ulahlara ayrıca Romanya’da destek vermekteydi. Romanya bu suretle Makedonya cihetinde genişlemeyi ümit ediyordu.

Yunanlılar da Makedonya üzerinde “Tarihi Hak” iddiasında bulunuyorlardı. Onlar da bir zamanlar buraya Yunan Kralı Filib ve İskender’in hakim olduğundan dem vuruyorlardı. Makedonya Rumları, “Megalo İdea” emeli ile yanıp tutuşan bir unsur olup, Yunan Krallığını İstanbul’a kadar uzatmak istiyorlardı .

1870’lere dek Makedonya’nın lafını etmeyen Sırplar da Makedonyalı’ların Sırp olduklarını, Üsküp’ün Sırp hükümdarlarından Duşan devrinde Sırbistan’ın başkenti olduğunu söyleyerek, bütün Makedonya’nın Sırbistan’a ait olduğunu iddia ediyorlardı . Aslında Sırpların asıl hedefi Bosna-Hersek’ti. Ancak Bosna Avusturya’ya verilince Sırpların dikkati Makedonya’ya çevrildi.

Batı bölgesinde çoğunlukta Arnavutlar ise bölgenin en eski milleti olduklarını, Yunanlıların ve Makedonyalıların Pelasgosların yani Arnavutların bir kolu olduklarını ileri sürmekteydiler .

Makedonya aynı zamanda “Şarka Doğru” politikası takip eden Cermenlerle, “Sıcak Denizlere Doğru” politikası takip eden Slavların ideallerinin kesiştiği alandı. Avusturya öteden beri “Yeni Pazar” üzerinden Selanik’e inme politikası takip ediyor, bu uğurda Berlin tarafından da tahrik ediliyordu. Rusya ise Çetine ve Belgrad üzerindeki nüfuzlarından faydalanarak Adriyatik ve Ege Denizi’ne inmek istiyordu . Avusturya, dolayısıyla Almanya, Selanik ile hareketli bir liman kazanacağını umuyordu. Bunun için de Makedonya’nın hamisi rolünü üstleniyordu. Rusya ise Bulgaristan vasıtası ile Ege’ye çıkmayı düşünüyordu. Uzak Doğu’da serbest kalmak isteyen İngiltere, Rusya’nın dikkatini özellikle bu konuya çekmeye çalışıyordu. Bu yüzden de Makedonya bir türlü paylaşılıp bölünemiyordu. Sırplar ve yunanlılar Makedonya’yı bölme, Bulgarlar ise ilhak etmek istiyorlardı .

Balkan devletlerinin bu iddiaları milliyetler prensibine dayandırılıyordu. Berlin Kongresi de bu prensibi tanıyor ve tarafların bu iddialarını da hukuki bir temele oturtuyordu. Avrupa Türkiye’sinin paylaşımının yaşandığı bu süreçte ise Türkler göz ardı ediliyordu.

D. 19.Yüzyılda Makedonya Meselesinin Ortaya Çıkışı, Balkan ve Avrupa Devletlerinin Faaliyetleri

Tarihin en eski zamanlarından beri üzerinde pek çok ırkın yaşadığı, ayrı ayrı medeniyetlerin yükseldiği, farklı din ve mezheplerin barındığı bir yer olan Makedonya bu özelliğini Osmanlı idaresi zamanında da korudu .

1371’den 1877-78 Osmanlı-Rus harbine kadar fasılasız Osmanlı hakimiyetinde kalan Makedonya, 1878’de Ruslar’ın işgaline uğramışsa da, aynı yıl yapılan Berlin Antlaşması”yla tekrar kurtarıldı .

1878 Berlin Antlaşması’nın 2. – 3. maddesi gereğince, İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusya, İtalya, Makedonya’yı; siyasi rekabet ve hadiselerin merkezi haline getirdiler. Zira Babıali’nin “Vilayet-i Selase” olarak adlandırdığı Rumilinin en güzel, en unutulmaz parçaları Selanik, Kosova, Manastır vilayetlerinin kazalarında bile, bu devletlerin delegeleri vardı. Jandarma kuvveti, bu milletlere ait kuvvetlerin kontrolü altında idiler .

Makedonya Sorunu, aslında bir “Milli Akımlar Mücadelesi” olarak da değerlendirilebilinir. Bu mücadelenin köklerini Avrupa’da milliyetçilik cereyanlarının gelişmesi dönemine ve özellikle Panslavizm’e bağlamak mümkündür. Çünkü Makedonya Sorunu’nun en aktif unsurları Slavlar ve Slavlaşmış Bulgarlardı .

Makedonya Sorunu, adı belirtilmemekle beraber ilk kez 1876’da İstanbul Konferansında ortaya atıldı. Berlin Antlaşması’nı izleyen yıllarda hızla gelişmesine, birçok kanlı olayların çıkmasına rağmen, bu terim bu topraklarla ilgili olarak ilk kez Bulgaristan’da kurulan “Makedonya Komitesi” tarafından 1902 yılında kullanıldı . Makedonya Meselesi’ni; Rum Patrikhanesi’nden ayrı bir Bulgar Eksarhlığı’nın kurulması (1870) ve bir süre sonra patlak veren Osmanlı-Rus (1877–78) savaşının yol açtığı sonuçlar ile başlatmak da mümkündür.

Makedonya Meselesi’ni Bulgarların ortaya çıkarmış olduğu şüphesiz bir gerçektir. Bulgarlar bunun için çeşitli faaliyetlere girişerek, bölgeyi tamamen ele geçirmek veya kısmen kendilerine bağlamak için Makedonya’yı kan gölüne çevirdiler. Makedonya bölgesinde eskiden beri çıkarları olan büyük devletler de bu mücadelelere katıldılar. Böylece yalnızca bir kaç Balkan ülkesinin sorunu olan Makedonya genel bir durum aldı. Bu mücadele ve karışıklıkları bahane eden büyük devletler; “Makedonya Islahatı” adı altında Osmanlı’nın haysiyetini kırıcı faaliyetlere girişmekten de kaçınmadılar.

Makedonya Meselesi’nin temelini teşkil eden “Panslavizm”e en çok karşı duran İtalya idi. Hatta bu fikrin propagandacısı görünen Avusturya hükümetini (aralarındaki ittifaka rağmen) harp ile tehdit eden yine İtalya oldu. Avusturya ise takip ettiği genişleme siyaseti gereği Rusya’yı destekliyordu. Fakat Osmanlı Devleti için bir tehlike arz eden “Panslavizm” fikrinin kökleştiği bir sırada İngiltere Kralı, Osmanlı-Rus savaşına engel olmak ve “Panslavizm” hareketine dikkat çekmek amacıyla 1908 Ağustosunda Rus Çarı ile Reval’’de görüşecektir .

Bulgarlar, Makedonya’ya dair olan faaliyetlerini, kurdukları çeteler vasıtasıyla yürütüyorlardı. Bu komitelerin maksatları, karışıklıklar çıkarmak ve Osmanlı idaresinin aczini ispatladıktan sonra Avrupa devletlerinin müdahalesi ile bu bölgeyi Bulgaristan topraklarına katmaktı . Özellikle Bulgar çeteleri, halkı soyuyor ve tehdit ediyorlardı. Makedonya’da en kuvvetli ve hareketli unsur oldukları için Makedonya davası tüm ağırlığı ile onların davası idi. Bunun yanı sıra Rum ve Sırp çetelerinin de faaliyetleri vardı. Rum çeteleri subaylar tarafından yönetiliyordu. Sırplar da özellikle çoğunlukta oldukları yerlerde nüfuzlarını hissettiriyorlardı. Ayrıca Makedonya’ya gelen Fransız Katolik papazları da yaptıkları propagandalarla karışıklığa sebep oluyorlardı .

Makedonya Meselesi’ni meydana getiren bir diğer faktör de etnik yapısıdır. Çünkü üzerinde yaşayan halkın köklerine göre, Makedonya bir etnografya müzesi gibidir. Türkler, Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Arnavutlar, Yahudiler iç içe yaşamakta idiler . Bunlardan başka hudutlar konusu da Makedonya Sorunu’nda büyük rol oynadı. Makedonya’nın hududunu tam olarak tespit etmek mümkün değildi. Çünkü Bulgar’ı, Sırp’ı, Yunan’ı, Arnavud’u ve Ulah’ı kendine göre bir Makedonya hududu çizmekte idi. 20.yy başlarında Selanik, Manastır, Kosova vilayetlerinin Makedonya’yı teşkil ettiği kabul edildi.

Buna göre , Selanik Vilayeti Kosova Vilayeti       Manastır Vilayeti

Yüzolçümü     35.000 km2   32.900 km2  28.500 km2

Nüfus           1.200.000      1.100.000     900.000

Sancaklar:     Serez, Prizren, Secine, Debre Serfice, Elbasan, Drama, Taşoz Taşlıca, Priştine, İpek Görice

“Makedonya Meselesi”nin Sebebi Zuhuru” adını taşıyan bir lahiya (rapor) ise İngiltere’yi devletin başlıca düşmanı olarak nitelemekte ve Makedonya Meselesi’nin zuhurunda da başlıca müsebbip olarak yine İngiltere’yi göstermekteydi .

Peki, Bulgar, Rum ve Sırp çeteleri Makedonya’yı bu şekilde Osmanlı’dan koparmaya çalışırken Makedonya’daki Türk ahali ne yapıyordu? Nüfusun yarısını Türkler/Müslümanlar meydana getiriyordu. Tarihi hak iddiasında haklılığı ispat edilecek olunursa Makedonya’nın en uzun süre Türklerin hakimiyetinde kalmış olması onları haklı çıkarırdı. Bunlara rağmen, Türklerin durumunu bir görgü tanığı şöyle dile getiriyor;

“Türkler Makedonya’nın her cihetinde ekseriyette bilhassa Manastır’da ve Köprülü (Veles)’den itibaren şark cihetlerinde ekseriyeti teşkil etmiş bir halde bulunmaktadırlar. Türkler hala uyuyorlar. Türkler hala müdafa-i nefse bile kalkışmıyorlar. Hala yarını düşünmeyi aklına getirmeyen bir Makedonya sakini varsa o da Türklerdir” .

Bulgarların durumunu düzeltmek için Sofya’da gerçekleşen Osmanlı Slavları Kongresi, 1893’te ‘Makedonya-Edirne Teşkilatını’ kurdu. İhtilalci olan bu kuruluş 1899 yılına kadar Sofya hükümetinin idaresi altında kaldı. Bulgaristan’daki örgütün hareketsizliğinden bıkan Makedonyalılar bir ‘iç örgüt’ kurdular. Bu örgüt tüm Makedonya’da, Manastır vilayetlerinde ve Edirne’de kök saldı. Lideri Delçev Adında bir komitacıydı. Eylemleri yöneten merkezi komite Selanik’teydi. Makedonya ve Trakya (Manastır, Selanik ve Edirne vilayetleri) sekiz ihtilalci sancağa bölündü. Selanik, Manastır, Üsküp, Serez, Drama, Strumiça, Menlik ve Edirne’den oluşan bu sancaklarda ayrıca ‘iç örgüt’ün mahkemeleri de oluşturuldu. Örgüt mensupları halktan vergi alırlar karşı gelenleri de öldürürlerdi.

Bir başka komitacı Sarafof ve arkadaşları bu örgütle birlikte hareket edip genel ayaklanma hazırlığına giriştiler. Bunun üzerine Sofya hükümetine bağlı ihtilal komitesinin ‘dış örgütü’ ihtiyatlı davranarak ‘iç örgüt’e karşı mücadeleye girişti. Böylece 1902 yılının ilkbaharında sınırı geçen çetelerin Osmanlı kuvvetlerine saldırılarıyla çatışmalar başladı ve bazı görevliler öldürüldü.

1902 senesinde durum Makedonya’da fevkalade karışık ve gergindi. Büyük devletlerin müdahalelerine meydan vermek istemeyen Bab-ı Ali, bazı kararlar alarak buraya “genel vali” atamaya karar verdi ve bu göreve Hüseyin Hilmi Paşayı getirdi. Ancak Bulgar komiteleri, bu Osmanlı reform programını kesin olarak reddettiler. Bunun üzerine “Viyana Islahat Programı” olarak bilinen reform teklifi kabul edildi .

Tırpan, kosa gibi tarım araç fabrikalarının gezici görevlileri olarak 1895’ten beri Makedonya’da Osmanlı’ya karşı ayaklanmayı hazırlayan Rus kurmay subay ve papazlarının etkisiyle başlayan hazırlıklar ancak 1903yılında tamamlanabildi.

Ağustos 1903’te başlayan İlinden Ayaklanması ile Kruşova kasabasında ‘Kruşova Makedon Cumhuriyeti’ kuruldu. Bu cumhuriyetin ömrü yalnız 13 gündür. Bu ayaklanma ile diğer milletleri örnek alarak hareket eden Makedon milleti, kendi milli ve toplumsal özgürlüğünü elde etmek istiyordu. Ancak buradaki gayrimüslim halka (Makedonlara) zulmeden Sırp, Yunan ve Bulgarlar iken muhatap alınan Osmanlı oluyordu. . Gelişmeler üzerine Mürzsteg’de tespit edilen ıslahat programı Bab-ı Ali’ye sunuldu. Bağımsızlığı zedeleyen hükümlere itiraz edilmesine rağmen Bab-ı Ali bu programı kabul etti. Buna göre; reformların takibi için genel müfettişin yanına iki ecnebi sivil ajan tayin edilecek, İdari ve adli teşkilatta ise düzenlemeler yapılacaktı .

Balkanlarda barışın ve mevcut durumun korunması amacıyla, hazırlanan ıslahat programı sayesinde Rusya Selanik’e, Avusturya Üsküp’e, İngiltere ya, İtalya’ da Manastır’a yerleşme imkânı buldu. Bu uygulama sonucu, Makedonya’ya Avrupa devletleri tam olarak yerleşerek bölgeyi kontrolleri altına almayı başardılar .

Reform programının uygulanması sırasında Hüseyin Hilmi Paşa’nın 1906 yılında yaptırdığı nüfus sayımına göre; Makedonya’yı teşkil eden üç vilayette nüfusun etnik ve dini dağılımı şöyle idi :

Selanik         Kosova         Manastır        Toplam

İslam(Türk -Arnavut)         485.000        752.000        460.000        1.000.000

Rum Patrikliğine Bağlı         323.000        13.000 291.000        627.000

Bulgar Eksarhlığına Bağlı     217.000        170.000        188.000        575.000

Yahudi,Ermeni,
Katolik,Protestan               53.700           –                 –                   199.000

Balkan devletlerinin Makedonya üzerindeki ulusal çıkarlara dayanan istekleri, Türk aydınları ve özellikle genç subaylar arasında ulusal fikirlerin gelişmesine neden oldu. Bu sürece Abdülhamit’in izlediği politikanın da etkisi oldu.

15 Eylül 1907’de İstanbul’daki Rus ve Avusturya büyükelçileri Makedonya için bir adli ıslahat projesi üzerinde anlaştılar. Buna göre; her üç vilayette biri Müslüman diğeri Hıristiyan olmak üzere ikişer adliye müfettişliği bulunacak, oralardaki adliye memurlarının miktarı arttırılacak ve Divanı Harpler de adliyenin denetimine tabi olacaktı.

II. 1908–1914 Arası Makedonya

A.II. Meşrutiyet Dönemi ve Makedonya’daki Yankıları

Bab-ı Ali hazırlanan müdahaleleri önlemek üzere 28 Ocak 1908’de bir irade ile Makedonya’daki arzı ulusal mahiyetteki teşkilatın faaliyetini 1914’e kadar uzattı .

29 Ocak 1908’de İngiliz Kralı, nutkunda ıslahat işinin yeniden ele alınması gerektiğini belirtti. 1907 sonu ve 1908 başında büyük devletler arasında yeni ıslahat projeleri üzerinde bir sürü münakaşa oldu. Aynı devrede Rusya, Avusturya ile işbirliğinden vazgeçip İngiltere ile işbirliğine gitmeyi tercih etti.

3 Mart 1908’de İngiliz hükümeti Makedonya Sorunu’nu ele alıp onu daha çetin bir biçime soktu. İngiltere’nin yayınladığı genelgede;

a) Makedonya için tek bir valinin tayini, emrine kafi miktarda yabancı subay verilmesi,

b) Makedonya maliyesinin tanzimi için ora bütçesinden geçinen büyük miktardaki Türk kıtalarının azaltılması,

c) Çetelerin Makedonya’ya geçmelerini önlemek için Yunan, Sırp ve Bulgar hükümetlerine baskı yapılması gibi esaslar yer almaktaydı .

Bu proje Makedonya’nın merkezle bağlarını gevşetmekte ve onu muhtariyete götürmekteydi. Reform önerileri birbirini izlemesine rağmen Makedonya’daki hareketlerde bir durulma olmuyordu. H. Hilmi Paşa’nın kayıtlarına göre; 1906 yılında 98 çatışmada 530 kişi, 1907 yılındaki 79 çatışmada ise 435 kişi hayatını kaybetti .

İngiliz genelgesine, Rusya 26 Mart 1908’de cevap verdi. Buna göre;

a) Osmanlı Hükümetine giren yabancı subayları her büyük devlet kendi tayin edecek.

b) Her köyde mahalli köy bekçileri oluşturulacak,

c) Üç vilayete tek valinin tayininin zor olacağından, genel müfettişin görev süresi %3 gümrük zammının sonuna kadar olacak (1914)

d) Maliye komisyonundaki azaların hepsi Rus ve Avusturya azalarının yetkisine haiz olacaklar ve Osmanlı’nın hizmetine gireceklerdi.

4 Nisan 1908’de İngiltere bu teklifi şu şartlarla kabul etti. Genel müfettiş; İstanbul’a başvurmadan bütçeyi tasdik edebilsin, seyyar jandarma bulundurulsun, memurları tayin ve azletme yetkisine sahip olsun. Ardından Almanya ve Avusturya da Rus programını kabul etti .

İttihat ve Terakkiciler, Mayıs 1908’de Manastır’da konsoloslara verilen bildiride şöyle diyorlardı; ‘‘İttihat Terakki bu bildiriyi Avrupa’ya gücünü göstermek için yapmıştır.

Avrupa’nın Makedonya’da giriştiği yenileştirme ve yeni düzen hareketleri hiç de iyi bir sonuç vermemiştir. Makedonya’da yine karışıklıklar yine sürmekte, hatta daha kötü bir duruma girmektedir. Azınlıkların ayaklanması çoğalmış Makedonya problemi bir kat daha çözülmez duruma girmiştir.

Bize deniyor ki: Avrupa’nın bölgede yapmak istediği Makedonyalıların mutluluğunu sağlamaktır. Bizde diyoruz ki: Avrupa şimdiye kadar yaptığı girişimlerle istediklerine ulaşamamıştır… Avrupa’nın esas amacı ortaya bir Makedonya devleti çıkarmaktır.

Makedonya için söylenecek iki gerçek vardır: önce, Makedonya’da bir kötü durum olmadığı gibi bundan doğan bir problemde yoktur. İkinci olarak, Makedonya türk ve Müslümanlarının bölgede kötü bir davranışı yoktur.

Eğer Makedonya’nın durumu Avrupa’yı bu kadar telaşlandırıyorsa ve Avrupa Makedonyalıları mutlu kılmak istiyorsa yapılacak şey açıktır. İçlerinde Makedonya da yaşayanlar da bulunmak üzere tüm Osmanlı toplumunu mutlu kılacak biçimde baskı yönetimini yıkmak, hürriyete, aydınlığa çıkmak için bize yardım ediniz.

Tarih bize gösteriyor ki, Türklerden kurulu birçok topluluklar Makedonya’ya Osmanlı fethinden önce gelmişlerdir.

Avrupa Makedonya’daki karışıklıkları önleme yönünden kesin bir sonuca varmak istemiyor.

… İhtilalci denen çetelerin, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan’dan çıktığını ve bu merkezlerce yönetildiğini bilmektedir. Avrupa bu gerçeği bildiği halde yine Sofya, Atina ve Belgrat kabinelerine okşayıcı notalar vermekte ve Makedonya’da da bu karışıklığın sürmesine yol açmaktadır.

Eğer Avrupa Makedonya’dan çekilecek olup ve bu meseleyi kışkırtmaktan ve onunla uğraşmaktan elini çekerse Makedonyalılar kendi aralarında uzlaşacaklardır. Bugün yaratılan ayrılıklar dış etkenlerin sonucudur.

Makedonya’nın her yönden Türkiye’nin bir parçası olduğunu bildirir ve onun ayrı kabul edilmesini düşünemeyiz . ’’

İngiltere Kralı ile Rus Çarı, 10 Haziran 1908 günü Reval’de bir araya gelerek yeni bir çözüm arama ihtiyacını duydular. Böyle bir gereksinme; Makedonya’da olayların sürüp gitmesinden çok, Ocak 1908’de II. Abdülhamit’in Avusturya-Macaristan’a, Selanik Demiryolu bağlantısı yapma imtiyazı vermesinden kaynaklanıyordu. Makedonya üstünde Avusturya-Macaristan’ın etkisinin artmakta oluşu, Rusya ve İngiltere’yi birbirine yaklaştırdı . Reval görüşmesi, II. Meşrutiyete varan ayaklanmanın kıvılcımını teşkil etti . Reval’de iki hükümdar arasında görüşülen meselelerden biri de Makedonya ıslahatıydı. Bu ıslahat; Makedonya’ya müstakil ve genel bir valinin tayini, Vilayet’e mahsus müstakil bir bütçe tanzimi ve Osmanlı askerinin geri çekilmesiyle yerine yerli ahaliden bir jandarmanın teşekkülüyle ilgili maddelerden ibaret idi.

Osmanlı Devleti’nin büyük devletlerce temin edilmiş hukuki haklarına muhalif olan bu ıslahatın kabulü için İngiltere denizden, Avusturya ise karadan baskı uygulamaktaydı. İngiltere ve Rusya tarafından bu ıslahatın neticelendirilmesi için Avusturya’nın da yardımı gerekiyordu. Bu nedenle İngiltere Kralı, Avusturya İmparatoru ile Eyşel’de görüşerek Avusturya’nın Yeni Pazar’ı ele geçirmesine göz yumdu . Gelişmeler, Makedonya’daki İttihat ve Terakki çevrelerinde, Makedonya’nın yakında Osmanlılılardan koparılması için yapılan hazırlıklar olarak yorumlandı. Makedonya’daki İttihat ve Terakki komiteleri kendi vilayetlerindeki konsoloslara Reval’de alınan kararları protesto eden notalar verdi . Bu ortam içinde, 3 Temmuz 1908 günü Resne Garnizonu’ndan Niyazi Bey’in bir çete kurarak dağa çıkması ile İttihat ve Terakki’nin kendisini sonuca götürecek eylemi başlamış oldu. Eylemler Reval görüşmelerine karşı oluşan bir tepkinin ürünüydü.

İttihatçılar 8 Temmuz 1908’de “İttihat ve Terakki Selanik Komitesi” imzasıyla tüm konsolosluklara gönderdikleri mektupta; amaçlarının 1876 Anayasası’nı ilan etmek olduğunu ve anayasa ilan edilince yalnız Makedonya’nın değil, bütün imparatorluğun kurtulacağını bildiriliyordu.

22 Temmuz’da İttihatçılar bütün Makedonya’da yönetime el koydu. 23 Temmuz gecesi Manastır komitesi, Meşrutiyetin ilanı ve Meclis-i Mebusan’ın toplanması için sultana telgraf çekti . İç ve dış baskılara dayanamayan Abdülhamit, 24 Temmuz 1908’de Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı . Makedonya’da desteğinin kalmadığını gören sultan aynı gün anayasayı ilan ettiğini bildiren bir telgrafı gönderdi . Makedonya komitesi II. Meşrutiyet’in ilanıyla muhtariyete kavuşacaklarını düşünerek tüm Jön Türkleri destekledi .

Genç Türk Devrimi, Makedon milletinin tüm ümitlerini uyandırıp kendisine karşı onların en derin sempatisini kazandı. Böylece Makedonlar bunun sayesinde kendi milli ve toplumsal sorunlarının çözümünü bekliyorlardı. Böylece isteklenen Makedon milleti, Genç Türk Devrimcilerini desteklediler. Bu hususta, Genç Türk Devrimcileri de hiç geri kalmayarak her türlü yardımlarını sundular. İşte bu koşulların paralelinde Serez civarında bir “Serez Cumhuriyeti kuruldu” .

1908 Temmuz’undaki hürriyetin ilanı ile birlikte genel bir af çıktı ve yıllardır dağlarda dolaşan Bulgar komitecileri silahları alınmadan bağışlandılar. Gazeteler namlı komitecilerin, voyvodaların, İttihat ve Terakki ileri gelenleriyle çektirmiş oldukları fotoğraflara da yer veriyordu .

10–23 Temmuz 1908 İnkılâbı’nı doğuran hareketin meydana gelişinde payı olan başlıca unsunlar şunlardı: a) Bulgarlar, Sırp, Yunan çete ve komitecilerin faaliyetleri ve Makedonya’daki halka zulümleri, b) Yurdun birçok yerindeki (Makedonya,. Yemen vs.) ayaklanmalar ve Türk gençlerinin hemen daimi bir seferberlik halinde her tarafta kırdırılması, c) İttihat ve Terakki’nin propagandaları, d)Büyük devletlerin Osmanlı’nın içişlerine karışmaları ve Makedonya’nın elden gitmek üzere olduğu inancının Türk ve Müslümanlarla kökleşmeye başlaması, e) Genç subayların hemen tamamıyla inkılâp lehine kazanılmış ve hükümet aleyhine çevrilmiş olmaları, f) Abdülhamit’in baskıcı yönetimi .

Pek büyüleyici ve sevindirici hürriyetin verilmesinden kaynaklanan mutluluğun dikkate değer en önemli tarafı Rumeli’de senelerden beri devam eden kargaşayı sona erdirmesiydi. Gerçekten de hürriyetin ilanı ile Rum ve Bulgar çeteleri derhal silahlarını terk ederek Selanik’e geldiler ve ordu zabıtasıyla dostça yaşamaya başladılar. Ayrıca bundan böyle Kanun-i Esasi’nin temin ettiği hukuka göre yaşayacaklarına dahi söz verdiler.

Makedonya’da senelerden beri devam eden bu karışıklıklar, İslam, Rum ve Bulgar unsuruna rahat nefes aldırmadığı gibi halka iktisadi yaşamlarını nasıl devam ettireceklerini düşünmeye dahi fırsat vermiyordu. Ahalinin devamlı aşağılanması ile halk arasında dostluk yerine devamlı düşmanlık oluştu. Kendilerini büyük devletlere haklı göstermek için Rumeli’yi viraneye çeviren Bulgar ve Yunan komiteleri, beş on sene içinde Makedonya’yı paylaşmak hülyasına düştüler .

II. Meşrutiyet’in ilanı Makedonya’da coşkuyla kutlanıyor ve halk “Yaşasın Kanun-i Esasi” diye bağırıyordu . Temmuz 1908’de Sandanski ile özel bir konuşma yapmak üzere Makedonya’ya hareket eden, Branislav Nuşiç şunları yazmaktaydı: “Sabah erken Selanik’e, trenle hareket ettim. Trende bin iki yüz kişiden fazla Türk, Makedon, Sırp, Yunan ve Arnavut vardı… Sürekli bir surette “Yaşasın Hürriyet” sedaları işitiliyordu… En büyük kalabalık Köprülü’de ve Gevgeli’de vardı… Burada, Makedonyalılardan şu sloganı işittim: “Yaşasın otonom Makedonya”… ” .

II. Meşrutiyet’in ilanı ile Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan bütün azınlıklar, kendilerine bahşedilen geniş siyasi hürriyetten faydalanarak derhal çeşitli siyasi, milli, mesleki, kulüp ve dernekler kurdular. Bu kulüplerin gayeleri, kendi halklarını örgütlendirmek, zamanın icaplarına göre eğitmek ve milli bilinçlerini uyandırmaktı. Bunun için toplantı, müsamere, miting ve kongreler düzenliyorlardı. Ancak bunlardan bazıları Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetlerde bulununca kapatıldı..

II. Meşrutiyet’ten sonra kurulan ve faaliyet gösteren dernek, komite ve kulüplerden bazıları şunlardı; Şubban-ı Vatan (Vatan gençliği) kulübü, Makedonya Muhtariyeti Türk İhtilal Komitesi, Kırmızı Kardeşler İhtilal Komitesi

Şubban-ı Vatan (Vatan gençliği) kulübü: 1908 sonlarında Üsküp’te kurulan bu Türk derneği çeşitli kültürel faaliyetlerde bulunuyordu. Bu kulübün gayesi; Üsküp’te bütün ilkokullarda eğitim gören fakir, zeki ve çalışkan öğrencilerden dörder kişinin okul giderlerini karşılamak, ayrıca liseye devam eden biri yatılı üçü de gündüzcü olmak üzere dört öğrencinin zaruri masraflarını ve okul ücretlerini ödemekti. Bundan başka, kulübün gelirleri yeterli olduğu vakit liseden mezun olan öğrencilerin eğitimlerini, sanayi mektebinden de mezun olanların sanatlarını ilerletmek amacı ile İstanbul’a ve dış memleketlere gönderilmeleri öngörülmekteydi. Kulüp üyeleri bununla da yetinmeyip “Mekteb-i Edeb” adında Üsküp’te özel bir okul dahi açtılar.

“Şubban-ı Vatan” kulübünün üyeleri, eğitimden başka, kültür alanında da verimli bir faaliyet gösterdiler. Hem halkı eğitmek hem de kulüp için bir gelir elde etmek gayesiyle Üsküp’teki modern tiyatro binasında çeşitli müsamere ve temsiller düzenlediler. Hemen bütün kulüp ve dernekler gibi Şubban-ı Vatan’da ‘Yıldız’ adında bir yayın organı çıkarmaktaydı. Dergide siyasi olaylardan başka, edebiyat ve tarih ile ilgili yazılar da yayınlanıyordu.

Ne yazık ki 8 Ekim 1912 tarihinde patlak veren Baltan Savaşı, Şubban-ı Vatan kulübünün bu hayırlı ve verimli faaliyetlerine son verecektir .

Makedonya Muhtariyeti Türk İhtilal Komitesi: 1908–1912 arası faaliyet gösteren bu komitenin amacı Makedonya’nın Türklüğünü korumaktı. Türk İhtilal komitesince Makedonya 4 ayrı bölgeye ayrıldı. Birinci bölge; Sarışabanlar, Pravişte, Kavala, Drama, Pürsıçan , İkinci bölge: Serez, Zihne, Demirhisar, Üçüncü Bölge: Selanik, Kılkış, Nekrita, Langaza. Dördüncü bölge: Yenice Vardar, Karaferye, Vodina, Gevgili, Zoyran ve Kocaova’dır .

Kırmızı Kardeşler İhtilal Komitesi: Bu komitenin amacı; Türkiye’de bulunan çeşitli unsurlar arasındaki ihtilafı kaldırmak ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bu bütünlüğünü muhafaza etmekti. Fakat bu komitenin asıl maksadının mevcut idareyi değiştirmek olduğu da ileri sürülmekteydi .

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Bulgar Komitacıları, Makedonya’da serbest olarak çalışmaya başladı. Burada kurulan Bulgar meşrutiyet kulüpleri Bulgaristan lehinde propaganda yapıyorlardı. Bunlara iyi davranan İttihatçılar, onları Osmanlı vatandaşı yapma hayalinde idiler. Hâlbuki bunların esas gayesi Osmanlılarla iyi geçinerek Sırp, Rum ve Ulahlara karşı üstünlük sağlamak ve Makedonya’nın Bulgaristan’a ilhakı şartlarını oluşturmaktı . Bulgaristan (Makedonya Komitesi), Meşrutiyet sayesinde, Makedonya’ya özerklik verilmesinin zorunlu olacağını; Rum ve Ermeniler sayesinde ekonomik avantajlar sağlayacağını ümit ediyordu .

Makedonya’da eşitliğin kurulması ile Rum, Bulgar ve İslam nüfusunun bir çatı altında toplanması sağlanmaya çalışıldı. Artık Balkanlarda silah sesleri işitilmiyordu. Fakat ne yazık ki, bu kısa sürdü . Zira İttihat ve Terakki, Makedonya komitesine verdiği vaatleri unutarak yön değiştirdi. Bir kanunla toplanma serbestliği ağır şartlara bağlandı. Eksarhhane’ye ve Patrikhane’ye verilmiş olan imtiyazlar kısıtlandı, silahlar toplatıldı. Bu beklenmedik hareketler üzerine komite üyeleri silahlanarak dağa çıktılar. İttihat ve Terakki vaziyete hâkim olmak için biri çetelere diğeri kiliselere ait iki kanun çıkardı. Ancak ‘kiliseler kanunu’ndan memnun olmayan Makedonya’daki unsurlar bir araya gelerek bazı eylemlerde bulundular. Radoviş, Manastır, Ohri, Kumanova, Prilep, Kruşova ve Kiçevo’da düzen diye bir şey kalmadı .

II. Meşrutiyet’in ilanından iki gün önce Rusya’nın İngiltere’ye, ‘Makedonya’da Jandarma ve Adliye Islahat’ına dair uzunca bir muhtıra verdiği görülür. 27 Temmuz’da İngiltere Hariciye Nazırı Edward Grey, buna cevaben şöyle der: “Çeteler faaliyetlerini durdurduğu için Makedonya’nın durumu iyileşmiştir. Bu durum devam ettikçe ve Osmanlı Hükümeti onu korumaya çalıştıkça beklemeyi daha doğru buluruz. Rus hükümeti de bizim gibi düşünüyorsa bu düşüncemizi öbür büyük devletlere de bildireceğiz”. Bunun üzerine Rusya, büyük devletlere gönderdiği birer genelge ile yeni bir ıslahat taslağı vermekten vazgeçtiğini belirtir .

Avusturya, II. Meşrutiyet’ten memnun görünmek istemekteydi. Rus teklifini aldıktan sonra Avusturya-Macaristan Hükümeti Makedonya’da bulunan jandarma gücüne geri çekilme emri verdi. Bunu müteakip Rusya Hükümeti de Jandarma kuvvetinin Selanik’te toplanmalarını emretti. Ardından İngiltere ve Fransa’da bunlara uydu. Fakat İtalya hükümeti eski durumunu koruyordu. İtalyan Hükümeti ise yabancı zabıtanın bölgede kalmasını istiyordu. Zira Makedonya’da ne kadar kalınırsa Genç Türklerin; Vesayet-i Ecnebiyeden o kadar çabuk kurtulmaya çalışacaklarına, bu suretle idarenin düzelmesine gayret edeceklerine inanmaktaydı. Bunun için yabancı zabıtanın şimdilik Makedonya’da bırakılmasından yanaydı .

II. Meşrutiyet İngiltere’de de iyi karşılandı. Böylece Makedonya Meselesi’nden dolayı artık Osmanlı Hükümeti’ni sıkıştırmanın doğru olmayacağı inancı öne çıktı. Yayınlanan İngiliz belgelerine göre; İngiltere hükümeti, Makedonya’daki memur ve subaylarını istenildiği zaman geri çekmeye hazırdı.

Fransa, II. Meşrutiyet’in ilanından memnundu. Zira Genç Türklerin çoğu Fransız kültürünü benimsemiş kimselerdi . Fakat ilk görünüşte II. Meşrutiyet, Almanya’nın aleyhineydi. Çünkü Abdülhamit ve maiyeti Almanlara bağlıydı .

Genç Türklerin başarılı faaliyetleri büyük devletlerin müdahalesini durdurdu. II. Meşrutiyet’in ilanıyla bütün ıslahat önerileri askıda kaldı. Yeni Türkiye’nin birinci neticesi idareyi kendi eline almasıydı. Böylelikle tüm Osmanlı ülkesi iyi bir idare ile düzene girecekti. Bu yeni idare, yabancıların karışmasını engelleyecek bir takım yeni icraatlara da girişecekti .

Makedonya Meselesi ile ilgili bir konuşma yapan İngiltere Hariciye Nazırlığı eski müsteşarlarından Lord Persi şunları söyler: “Türkiye, hariciye nazırımızın Makedonya Meselesi’ne dair bazı izahatlarda bulunmasını genel menfaatlerine uygun görürlerse kendimi mutlu sayacağım. Geçmiş günlerde Türkiye’de meydana gelen olaylar üzerine İngiltere ve Rusya, Makedonya ıslahatıyla ilgili programlarını Osmanlı’ya teklif etmeden önce bir müddet incelemeyi uygun bulmuşlardır.

Fikrimce bu mütalaa esassızdır. Çünkü ilan ve kabul edilen Kanun-ı Esasi’nin sonuçları ne olursa olsun İngiltere, devletin içişlerine dışarıdan karışılmasına taraftar değildir. Türkiye’de ıslahatın yapılmasını Hıristiyanlar kadar Müslümanların da istediğinden eminim…Buna göre Osmanlı devletinin bu vilayetleri (Makedonya) için düşünülen muhtariyet veya bir diğer yönetim şekli yanlıştır”.

Lord Persi ayrıca Makedonya’daki durumun düzene sokulması için askeri gücün çekilmesinin gerekliliğine de değinir. Sözde bu askeri gücün masrafları fazlaydı. Dolayısıyla bunun yükünü diğer Osmanlı vilayetleri de çekmekteydi .

Hariciye Nazırı Edward Grey ise Lord Persi’nin fikrine katılmadığını söyler. Ona göre Makedonya’daki askeri birlik tüm Osmanlı ülkesinin hukuksal devamlılığından ve hudutları muhafazasından kaynaklanmaktaydı.

“Türkiye’deki ani gelişmelerden dolayı Makedonya meselesiyle ilgili bir şey söylemek şimdilik uygun değildir” diyerek sözüne devam eden Sör Edward Grey; kötü idare altında bulunan Türkiye’ye karşı izledikleri politikada İngiltere’yi haklı gösteriyordu. Ona göre bütün karışıklığın başı kötü idaredir ki, bu hem diğer devletleri hem de bölgedeki ahaliyi tahrik ediyordu..

İngiltere Hariciye Nazırı, Makedonya’daki eşkıya çetelerinin faaliyetlerinin durdurulması için Osmanlı Ordusu’ndan oluşturulacak süvari birliği ve jandarmaların vücuda getirilmesini öngörülen İngiltere programının öneminden bahsettikten sonra, Meşrutiyet’in ilanıyla bu eşkıya çetelerinin kendiliklerinden dağıldığını bu nedenle bu programa gerek kalmadığını da ifade ediyordu. Bu durumun geçici olmamasını temenni eden, Balkan hükümetlerinin de (Yunanistan dâhil) yeni durumu destekleyeceklerini ümit ettiğini belirten Edward Grey, Makedonya Meselesi’ne karışmalarının tamamen bir iyi niyet göstergesi olduğunu ve amaçlarının kötü idare yerine iyi bir idare getirmek olduğunu ifade ediyordu. Ayrıca Sör Edward Grey; İngilizlerin Makedonya’yı ilhak edecekleriyle ilgili söylentileri de yalanlıyordu .

Senelerce devamlı yabancı güçlerin müdahalesine maruz kalan Makedonya ile özellikle Rusya ve Avusturya çok uğraştı. Mürzsteg, Reval ve sair görüşmelerde hep bu bölge ile ilgili bir takım gizli ve aşikâr kararlar alındı. Islahat bahanesiyle müdahalelere başlayan devletler burada kendi çıkarlarına uygun bir idare tesis ederek mali ve askeri işleri kontrol altına almaya çalıştılar.

II. Meşrutiyet’in ilanı ile bütün karışıklıklar ve müdahaleler birdenbire kesildi. Halk birbiriyle iyi geçinmeye başladı. Fakat bu uzun sürmedi. Çünkü Bulgar, Sırp ve Yunan çeteleri gizli ve aşikâre birçok faaliyetlere girişmekten geri kalmadılar. Hükümetin aleyhinde çalışarak Avrupa’nın dikkatini çekmeye çalıştılar ve bunu da başardılar. Bu nedenle ilgili devletler tekrar karışmak için bahaneler aramaya başladılar .

II. Meşrutiyet’in ilanından sonraki gelişmeler olumsuzdu. 5 Ekim 1908’de Avusturya, Bosna-Hersek’i ilhak ederken, Bulgaristan Prensliği de bağımsız bir krallık olduğunu ilan ediyordu.

Dönemin Bulgar ve bilhassa Manastır kaynakları, Yunan eşkıya çetelerinin tekrar faaliyete geçtiklerini bildirmektedir. Resmi olarak bildirildiğine göre seksener Giritli eşkıyadan oluşan iki çete, Makedonya’nın güney ve batı taraflarında Bolanis isminde birinin öncülüğünde faaliyete geçtiler. Diğer taraftan evvelce Larbesa (Larissa) civarında zabitlik eden biri, Makedonya’daki Bulgar’lar aleyhinde faaliyet göstermek amacıyla bir çete oluşturdu. Manos namındaki bu kişinin görevi hududu geçerek eylemlere başlamaktı.

1908 sonlarında Köprülü’deki Bulgarların bir kısmı vatana yardım etmek isterken, bir diğer kısmı da Makedonya’yı Bulgaristan’a vermek fikrinde idi. Bu sebeple iki grup arasında kavgalar oluyordu. Bu kavgalar sırasında yaralananlar, hatta ölenler dahi oluyordu . Potes Maniyas ( ) komutasında bir eşkıya çetesi Yanya’da, “Kaptan Palitas”ın ( ) komutasında Giritli Rumların oluşturduğu 40 kişilik bir çete Manastır’da, “Brayanek” ( ) komutasındaki bir çete ise batı yerleşim yerlerine saldırmakta idiler. Bunun yanı sıra Rumlar ve Bulgarlar arasında da çatışmalar oluyordu .

Makedonya’da karışıklığın ortaya çıkmasında Bulgar ve Yunan tahrikinin yanı sıra bunu teşvik eden Avusturya ve Rusya da etkili olmaktaydı.

“Makedonya Ahvali” başlıklı bir makalesinde Hüseyin Fehmi şunları yazıyordu: “Meşrutiyet, Rumeli’nin durumunu yalnız eşitliği tesis etmekle düzeltemedi. Kötü fikir ve emellerin yol açtığı maddi, manevi tesiratı da kökünden kazımak için çeşitli tedbirlere başvurdu. Çünkü yalnızca eşitlikle durum düzelseydi hürriyet ile silahını bırakan eşkıya, Bulgar ve Rum çeteleri Balkanlarda tekrar faaliyete geçemezdi.

Acaba bu karışıklıklar yalnız hükümetin zayıflığından mı? Yoksa o eskiden beri devam eden ırk ve mezhep ayrılığından mı kaynaklanıyordu? Eğer Rum ve Bulgarların ayaklanmaları zannedildiği gibi hükümetin tutumu neticesinde oluyorsa; şimdi meşrutiyet idaresi altında olan unsurların birlik içinde olması gerekmez miydi?

O halde ortada bir gerçek vardı. O da hükümetin durumu ve tarzı ne olursa olsun Makedonya’da sakin bulunan Rum ve Bulgar ahali, yalnız Yunanistan ve Bulgaristan namına yaşamakta ve oralarda teşkilatlanan kötülük yuvalarından aldıkları emir ve talimata göre hareket etmekteydi. Meşrutiyet ve hürriyet her türlü ümide rağmen bu acı durumun neden olduğu yaraları saramadı.” .

Bu arada 17 Aralık 1908’de İstanbul’da açılan mecliste, seçimle gelen 260 milletvekilinden 25’i Arnavut, 23’ü Rum, 5’i Yahudi, 4’ü Bulgar ve 3’ü Sırp’tı . 13 Ocak 1909’da Meclis-i Mebusan’da Makedonya ile ilgili görüşmeler yapıldı. Bu görüşmelere Dâhiliye Nazırı Hüseyin Hilmi Paşa ve 17 mebus katıldı.

Bu görüşmelerde Hüseyin Hilmi Paşa Makedonya ile ilgili olarak kısaca şu izahatta bulundu: “1313 (1896–97) senesinden beri Makedonya’da 110 Bulgar, 80 Rum, 30 Sırp, 5 de Ulah çeteleri türetiş ve bunlar icra ettikleri cinayetler ile asayişi bozmuşlardır. Bu çetelerin ortaya çıkışı, baskı ve zor kullanan Bulgar çetelerinden kaynaklanmaktadır. Bulgarlar tarafından zapt edilen Kiliseler II. Meşrutiyet’in ilanından sonra iade edilmiştir. Bununla beraber bu mesele, meclisçe oluşturulacak bir komisyonca halledilecektir” .

Görüşmelere katılan Bulgar mebusu Delçef; Kiliselerle ilgili olarak, Rumlarla Bulgarların bir sorunu olmadığını ileri sürüyordu. Nali Efendi ise, Makedonya Meselesinin Ayastefanos Antlaşması ile başladığını belirttikten sonra, Bulgar komitelerinin faaliyetlerinden bahsederek, Hüseyin Hilmi Paşayı bu çetelerin lehinde hareket etmekle suçluyordu. Karolidi’de, sorunun hariciyeden kaynaklandığını söyleyerek, Vilayet-i Selasenin diğerlerinden ayrılmasını ve genelde bir ıslahat yapılmasını öneriyordu.

2 Şubat 1909’da Meclis-i Mebusan’da Makedonya ile ilgili görüşmelere devam edildi. Bu görüşmelerde H. Hilmi Paşa kilise meselesinin halli için komisyon kurulmasını önerdi. Bulgarlar bu fikri kabul etmişlerse de, Rumlar bunu reddederek meselenin Rum kiliselerinin haiz olduğu imtiyaz dâhilinde hallolmasını istediler .

3 Şubat 1909’daki görüşmelerde Meclis-i Mebusan; Makedonya’daki kapalı kiliselerin tasarruf meselesini hal ve tanzim eden bir kanun lahiyasının tanzim ve Meclis-i Mebusan’a takdimine, ait olduğu bakanlıklara gönderilmesine çoğunlukla karar verdi . Harbiye Nezareti genel müfettiş vekili Şevket Paşa Manastır ve Kosova’daki Bulgar ve Sırp çetelerinin faaliyetlerinin durdurulması için Mart 1909’da yardım istedi. Bunun üzerine 3.Ordu’ya bu çetelerin imha edilmesi emri verildi. Bundan başka 2.Ordu’dan dört taburun Kosova ve Manastır’a sevk edilmesi emredildi . Alınan tedbirlere rağmen Nisan 1909’da Yunanistan’dan Yanya’ya geçen Yunan eşkıyasının bölgede baskısını arttırmaya başladığı görülür .

II. Meşrutiyet’in ilanından sonraki gelişmeler, olaylar ülkeyi 31 Mart Vakası’na götürdü. 13 Nisan 1909’daki bu ayaklanmaya Türk Balkan Eyaletleri, ordu ve bazı gayrimüslimler (Makedonlar) karşı çıktı. Bu bunalımlı günlerde Makedon devrim kadroları, Jöntürkler’in Makedonya’daki siyasi etkinliklerine katılarak onlara destek oldular. Selanik, Üsküp, Köprülü, Strumiça, Drama gibi kentlerde Jöntürkler’le Makedon devrimcileri ortak toplantılar düzenlediler. Bu toplantılarda; ortak eylemlere katılmak, anayasal düzeni savunmak, ülkede barışı sağlamak gibi kararlar alındı .

6 Nisan 1909 tarihli “Politika” Gazetesi şunu ilan etmekteydi: “Makedonlar, Türkler ve Arnavutlar, gönüllü olarak aynı elbise ve resmi rubalarla, Halk Ordusu olup Üsküp’ten, Gevgeli’den, Selanik’ten savaş için İstanbul’a yürüyorlar…”

Ulusal Federatif Partisi Selanik Bürosu ve Meclis-i Mebusan üyesi olan Dimitar Vlahov, gönüllü Makedon tugaylarının oluşturulmasını isteyen bir çağrı yayınladı. Üsküp Ulusal Federatif Parti şubesi, Üsküp Jöntürk Komitesi ile işbirliğine gitti . Bu işbirliği ile varılan antlaşmaya katılan Makedon temsilcisi, Makedon Devrimci örgütünün kurucularından biri olan Petar Poparsov idi. Doğu Makedonya’nın merkezi bölgelerinde ise Yane Sandanski, Hristo Çernopeev ve Todo Panitsa Makedonlardan gönüllü toplanması işini örgütledi. Sandanski, Çernopeev ve Panetsa’nın komutası altındaki Makedon gönüllülerinden oluşan birlikler (1200 kişi) İstanbul’a hareket etti. Selanik’ten de 79 Makedon gönüllüsü bunlara katıldı. M. Kemal komutası altında ayaklananlara karşı mücadele eden bu gönüllülerin büyük bir bölümü öldü .

Sandanski, Makedonya’daki Bulgarlara hitaben gönderdiği bir beyannamede, “Genç Türk Hükümeti tam bir hürriyet vaat ettiğinden halkımızın gelişmesini serbest kıldığından, bizler hür ve yeni Türkiye’nin düşmanlarına karşı savaşmak zorundayız. Bu bizim görevimizdir. Rumlar ise eski idareyi geri getirmekten başka bir şey düşünmüyorlar. Bulgaristan krallığı ile biz çoktan alakamızı kestik. Bundan böyle bütün emelimiz yeni idarenin devamına bağlıdır. Bütün bunlar yalnızca bugün Türkiye’de mevcuttur” .

Haziran 1909’da Bulgarlarla Rumlar arasındaki çarpışmalar Makedonya’nın huzurunu bozmaktaydı . Ağustos 1909’da ise Makedonya’da asayiş ihlal edilerek İnsanlar haksız yere tutuklanıp baskı ve işkenceye maruz kalmaktaydılar. Bu huzursuz durum çete faaliyetlerinin artmasına ve halkın dağlara çıkmasına neden oldu .

Sofya’daki Bulgar komiteleri gizlice yaptıkları toplantılarda Makedonya’ya yeniden çeteler gönderme kararı aldılar. Bu kararın hemen ardından Cuma-i Bala (Yukarı cuma) kazasındaki Dubrova karayolundan hareketle hududu geçen çeteler (40 kişiden ibaretti) beş koldan Drama, Serez, Demirhisar, Nevrekob ve Razlak taraflarına geçtiler .

Kasım 1909’da çıkarılan bir yasa ile belirli bir ulusun adını kullanarak kurulan derneklerin faaliyetlerine son verildi. Ayrıca, Anayasa’da yapılan değişiklikle, “Devletin din ve mezheplerin uygulanması kolaylığını sağlamak” gibi bir görevi olduğu da kabul edildi. Böylece kilise ve yabancı okullar göz önünde tutulmaya başlandı .

Aynı tarihlerde (Kasım 1909’da) Belgrat’a giden Bulgaristan kralı kendi çıkarları doğrultusunda Sırp’larla bir uzlaşmaya girmekten çekinmedi. Varılan anlaşmaya göre; Bulgaristan kralı Kosova’yı ve Manastır’ın kuzeyini Sırplara bırakacak, Sırbistan ise, Makedonya’nın Manastır’dan Selanik’e olan kısımlarında Bulgaristan’ın hakkı olduğunu tasdik edecekti. Bundan başka Sırbistan borç olarak almış olduğu 50 milyon Frang’ın büyük bir kısmını askeri alanda kullanabilecekti. Ardından söz konusu parayla 50 mitralyöz, 10 havan topu ve 200.000 kişilik ordu için gerekli olan birçok levazımatın alındığına dair haberler basına da yansıdı .

Gelişmeler üzerine Osmanlı Hükümeti; Makedonya’da karışıklık ve fesat tohumu saçan, birçok köyler yakan, evler yıkan, soygun ve öldürme gibi birçok suça cesaret eden eşkıya çetelerinin ortadan kaldırılması için “çeteler nizamnamesi” yayınladı. Bu şekilde halkın güvenliği sağlanmaya çalışıldı. Bu nizamnameye karşı çıkan Bulgaristan ırk ve mezhep bazında Osmanlıya karşı tavır almakta ve merkezi hükümete karşı bazı gösterilerde bulunmaktaydı.

Bir yandan Yeni Bulgaristan hükümetinin Makedonya’yı “Bulgaristan” yapmak hayali, diğer yandan Yunanlıların “Megalo İdea’sı” öte yandan ise Balkan hükümetlerinin işbirlikleri ve rekabetleri, bunları takip eden hudut kavgaları Osmanlı hükümetini kendini korumak için çareler aramaya sevk etti .

Bu arada Bulgaristan’ın tek taraflı tavırları üzerine hükümet, Bulgaristan aleyhinde bazı kararlar aldı. Bunu tehir etmek için ise Liberal Fırkası reisi Dr. Danef İstanbul’u ziyaret etti .

1910 Şubatında bazı devletler ordularını düzenlemekte, silah temin etmekte ve diğer askeri ihtiyaçlarını karşılamaktaydılar. Kimi barıştan bahsederken, kimi de barış için savaştan bahsediyordu. Böylece savaş hazırlıkları yapılıyordu.

Bulgaristan, kendi halkını ve Makedonya’daki Osmanlı-Bulgar milletini kışkırtarak Makedonya Meselesi’ni alevlendirmek istemekteydi. Bulgarca yayınlanan Veçerna Post ve Dnevnik gazeteleri, Rusya’nın Karadeniz Donanması’nı Bulgaristan’a bağışladığını, bu gemilerle Makedonya’nın fethedileceğini bile yazmaktaydı .

Mart 1910’da Yanya’da tutuklanan Papayani Baykuş isimli birinin üzerinden bazı ihtilal vesikaları çıkar. 9 Ocak 1910’da Aristotlu imzasıyla Papayani Başkuş’a yazılmış olan mektupta, adı geçen bir kaç sorunun kopyalarının çıkartılıp rahiplere dağıtılması istenmekteydi. Böylelikle rahipler halkı bilinçlendirecekler ve hükümetin faaliyetlerini cemiyete haber vereceklerdi. İkincisi 19 Kasım 1909’da Papayani Baykuş’un yazdığı mektuba cevaptı. Belgede; “gönderdiğiniz mektupta Divan-ı harbin kurulmasından bahsediyorsunuz. İşaretiniz cemiyetimize gelir gelmez bunun kaldırılması için Avrupa’nın ilgili yerlerine haber verdiğimiz gibi İstanbul’daki Prensimize de gerekli talimatlar verildi.

Bu konunun geçici olduğunu bilerek, işinizden geri kalmayınız. Ocak ayına gelmemize rağmen siz hala kasım taksitinizi göndermediniz. Anlaşılan hükmü olmayan böyle bir kanunun neşri ve ilanından gereğinden fazla korktunuz. Bunlar vatanın kurtarılması için hayatları oldukça çalışacaklarına ve gerektiğinde kanlarının son damlasını dökeceklerine Poteçenik ( ) huzurunda yemin ile vaat edenler değil midir? Bizce bu tasdik olunmuş ve geçerliliği onaylanmış bir teminattan sonra böyle bir kanundan korkmaları lüzumsuzdur. Emin olunuz ki bir süre sonra yabancı devletlerin müdahalesiyle bu kanun hükümsüz olacaktır. O vakit anlamış olacaksınız ki bizim cemiyetimiz ne kadar kuvvetli ve etkilidir. Bunun için cemiyetimiz Girit’de yaptığının bir kaç mislini Epiros’da yapmaya muktedirdir. Bu nedenledir ki cemiyetin en meşhur iki reisini Girit’ten çağırdık. Bunlardan birisinin ismi 12476 numarada kayıtlı Papa Dimanoli’dir ( ). İkincisinin ismi ise 144 numarada kayıtlı olan Kolorid’dir.

Cemiyetimiz Türkiye cihetine geçmek ve her türlü tahribatı yapmak vazifesiyle 4 kaptanın maiyetinde 360 kişiyi tayin etti. Bu dört kaptan şunlardır: 767 numarada kayıtlı Poteci ( ), 1148 numarada kayıtlı Nikola Petrov, diğer ikisi de yukarıda adı geçen Giritlilerdir. Size tasvirlerini de zarf içinde gönderiyorum. Siz ise cemiyetimizle çalışıp faaliyet gösteriniz, hükümete daima zorluklar çıkartınız. Kasım taksitiniz alındı. Aralık taksitinizi de gönderirseniz size minnettarız. Askere davet edilmekten sıkılmayın, buna karşı daima muhalefet ediniz. Cemiyet-i Umumiye reisi bunlara selam ediyor: Hristiyadi, Peşpiri ( ), Yanakilapa ( ), cemiyetin başkanı matbaacı Haci ( )” diye yazmaktaydı .

3. Vesikada şöyle deniyordu: “Cemiyetimiz umum vekili Kostanti Baykuş’a;

Aziz vatan efradımıza beyanname;

400 seneden beri din kardeşlerimizin esarette yaşamalarının başlıca sebebi birlik olmamalarıdır. Bunun içindir ki aziz vatanımızı Türklere kaptırıp bugün onların elinde esiriz. Bundan dolayı elbirliğiyle çalışmalıyız. Bu ise üç şeye bağlıdır. Birincisi birlik, ikincisi cesaret, üçüncüsü de dikkattir. Bunlar olmadıktan sonra hiçbir şeyi başaramayız. Bununla beraber Yunan milletinin kralı büyük devletlerden üçü ile yakın temas halindedir. Bu nedenle bunların yardım edeceklerine emin olunuz. Hatta Girit’in dahi yakında bize verileceğine dair teminat verildi. İşte kardeşler biz de Türklerin esaretinden kurtulmak, vatanımızı kurtarmak istersek, verdiğimiz söz üzerine daima elbirliğiyle çalışmamız ve bugünkü hükümetin aleyhinde bulunmamız icabet eder ki mukaddes vatanımız yükselsin, yaşasın vatan, yaşasın millet” .

“Yanya’da büyük cemiyetimize” diye başlayan Aristotlu imza ve 11 Ocak 1910 tarihli vasikada ise, Yanya ve Preveze’de vatan muhafazası için bulundurulan tüfeklerin değiştirileceğinden bahsediliyordu. Ayrıca bunları almak için güvenilir kişilerin görevlendirilmesi de isteniyordu. Yazıda bunun için bir kaç isim öneriliyordu. Bu isimler Borkiç, Daskal, Borkiyani ve kızıydı. Bunlardan birinin seçilmesinin de isabetli olacağı ilave ediliyordu . Bulgar Makedonya komitesi Mart 1910’da neşrettiği bir beyannamede; Makedonya ahalisini karışıklık çıkarmaya, Makedonya’nın muhtariyetini istemeye teşvik ediyordu . Ancak bir süre sonra hükümet Selanik, Drama ve Kavala efradı redifesinin derhal silah altına alınmasına karar verdi .

1910 yazına gelindiğinde Makedonya’daki Ulahlar Yunanlılar aleyhinde bölünmeye başladılar. Üsküp’teki Bulgarlar eziyet gördükleri gerekçesiyle büyük devletlerin konsoloslarına protestolar veriyorlardı. Bulgar hükümetinin de gizliden desteklediği çetelerin faaliyetlerini arttırması üzerine Manastır ve civarındaki silahlar toplatılmaya başlandı ve örfi idare (sıkıyönetim) ilan edildi .

Bunun üzerine Gostivar, Tetova ve Üsküp’teki Müslüman ve Hıristiyan ahali silahlarını teslim ettiler. Fakat Kumanova, Palanka, Kratova, İştip ve Veles kazalarındaki ahali Matof taraftarlarının eziyetlerinden dolayı, silahlarını teslim etmiyorlardı. Bulgaristan’dan Makedonya’ya giren çeteler halka silahlarını teslim etmemesi için baskı yapıyorlardı. Bulgarlar ayrıca Makedonya’ya imtiyaz verilmesi için de çaba harcamakta idiler. Makedonya’dan pek çok kişi Bulgaristan’a hicret etmekteydi . Bu sıralarda Kiliseler Kanunu’nun çıkarılmasını isteyen bir grup gösteri yapmak istemişse de Manastır valisi buna izin vermedi .

Bu arada Osmanlı Hükümeti, İngiltere’nin Makedonya’da halka zulüm yapıldığı şeklindeki beyanatını yalanladı. Ayrıca Fransız yönetimi de silah toplanması sırasında halka eziyet yapıldığını ileri sürüyordu. Aslında bu tip söylentilerin çıkmasına Bulgarlar neden oluyordu .

Şüphe üzerine aranan Konstantin isminde birinin üstünden Dimitro adlı bir mektep hocasının 16 Mayıs 1910’da Siroz’dan gönderdiği mektup çıkar. Bu mektupta toplanan para ile alınması gereken silahların durumu soruluyordu. 16 Mayıs 1910’da Mihael Grikoriyades imzasıyla Atina’dan (Konstantin’e) gönderilen bir diğer mektupta ise Makedonya’nın muhtelif kasabalarında vukuu bulan gösterilerde, Yorgi’ye muhalefet olup olmadığı sorulmaktaydı .

Osmanlı Hükümeti, Makedonya’da huzursuzluk çıkaran Bulgar ve Yunan eşkıyalarına yönelik askeri faaliyetlere girişti. Bu bağlamda Gligor ve Sinof’un haziran ayındaki çatışmada yakalanmaları , çeşitli suçlar işleyen Apostol ve çetesini ele geçirmek amacıyla Ağustos ayında Osmanlı Kuvvetlerinin Yenice-i Vardar kazası dâhilindeki köyleri kuşatma altına almaları gibi gelişmeler yaşandığı görülmektedir .

Abdülhamit’in ilk günden itibaren izlediği Balkan politikasının esası; Balkanlıları birbirine düşürmekti. Böylece Osmanlı egemenliğindeki Balkanlılar, birbirleriyle mücadele etmekten devlet otoritesine karşı mücadele etmeye fırsat bulamayacaklardı. Bu politikanın bir süre faydalı olduğu ve elde kalan son Balkan topraklarının kopmasını geciktirdiği söylenebilir.

Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden sonra ittihat ve Terakki; bu politikaya da el attı. Onlara göre “Kilise kavgası” bir çözüme kavuşturulmalıydı. Bu düşünceden hareketle; 3 Temmuz 1910’da “Kiliseler ve Okullar Kanunu” çıkarıldı. Hangi kilise ve okulun kime ait olduğu açıklığa kavuşturuldu. Bu uygulama ile Balkanlılar arasında yıllardır devam eden ve bir araya gelmelerine temelde engel olan en önemli anlaşmazlık ve mücadele konusu çözüme kavuşturuldu.

Kiliseler konusunun beklenmedik bir tarzda çözümlenmesi, Balkan ittifakının oluşmasına uygun bir ortam sağladı ve ittifak konusundaki gelişmeler hız kazandı. Sırp başkenti Belgrat’taki Rus elçisi ve Bulgar başkenti Sofya’daki Rus elçisi, Rusya’dan aldıkları talimat gereğince; 1910 yılı yazında Bulgarlarla Sırpları bir ittifak etrafında toplamak için teşebbüse geçtiler. Nitekim bu çalışmalar Mart 1912’de hedefine ulaşacaktır.

Ekim 1910 tarihli Köylü Gazetesi’nde şunlara yer veriliyordu;

“Makedonya’da bir arada yaşayan millet dört bir taraftan baskı altına alınmak istenmekteydi. Bölgedeki asayişi bozmak isteyen Bulgar, Rum (Yunan), Sırp vb. Unsurlar birbirlerini yok etmeleri için insanları kışkırtmaktaydı. Bir ülkenin sonunu hazırlayabilecek iç isyanların ve ihtilallerin tekrar etmemesi için iki çare vardır. Bunlar eğitim ve silahsızlıktır şüphesiz en önemlisi eğitimdir, ancak bu böyle kısa vadede olacak bir şey değildir. Bunun için hükümet ilk iş olarak cahil halkın elindeki silahları toplamaya karar verdi. Çünkü cahil halk ufacık bir kışkırtma ile ayaklanabilecek durumdaydı. Nitekim Arnavutluk’taki isyan bunun en çarpıcı örneğidir. İşte bunun için devlet Arnavutluk’taki ve Makedonya’daki halkın elindeki silahları toplamaya başladı. Bu uygulama gayrimüslimleri rahatsız etti. Çünkü bu uygulama bazı olayları gerçekleştirmek isteyen dış güçleri engelliyordu. Özelikle Bulgarlar, bu silah toplama işini çarpıtarak kendine destek aramaya çalışmıştır. Peki, böyle davranmasına neden olan sebepler ne idi?

Bu sebepler kısaca şunlardır;

—Dünya Devletlerinin İslam’a karşı olan nefretlerinin devam etmesi,

—Müslümanlara karşı uygulanan bir yaptırımın doğru görülmesi, gayrimüslimlere karşı uygulanmasının ise haksızlık olarak görülmesi,

—Silah toplama meselesi sırasında Bulgaristan’a göç eden 100 kadar Bulgar’ın Türk zulmünden kaçtığının ileri sürmesi (Oysa bunları komiteciler yapmıştır)” .

Sofya ve Atina merkezli bu karışıklıkların temel amacı Makedonya’yı ilhak etmek ve Osmanlı aleyhinde bir kamuoyu oluşturmaktı. İşte bunun için silahsız masum halk hunharca katlediliyor, köprüler, şimendiferler havaya uçuruluyordu . Böylece Avrupa’nın Makedonya işlerine karışmasına zemin hazırlanmış oluyordu.

Bu topraklarda gözü olan hükümetler kendi ırkına mensup insanları çeşitli vaatlerle kandırıyorlardı. Bölgenin müsait olması, çete faaliyetlerinin çoğalmasına sebep oluyordu. Bunların başlıcasını “Sofya Bulgar Fesad Cemiyeti”nin tertip ve idare ettiği çeteler oluşturmaktaydı .

“Manastır Bulgaristan Metropolit”i; Manastır civarındaki köyler, Papaz, muhtar ve ihtiyar heyeti ile genel Hıristiyan halk adına 1910 sonbaharında bir beyanname yayınladı. Bu beyannamede şöyle deniliyordu:

“Malumunuzdur ki, bir kaç günden beri Manastır ve civarında örf-i idare ilan olunmuştur. Örf-i idareden maksat, ırk ve mezhep ayırmaksızın tüm ahalideki yasak silahların toplanmasıdır.

Memleketin sulh ve asayişi için silahlar toplanacaktır. Binaenaleyh kendi menfaatiniz için, hükümetin çağrısına uyarak silahlarınızı bizzat teslim edip vatanseverliğinizi göstermelisiniz. Aksine hareket edenler şiddetli bir şekilde cezalandırılacak ve hiçbir şekilde affedilmeyeceklerdir.

Metropolit hane, hükümetin bu buyruklarına tam bir itaatla uyulmasını arzu eder ve buna muhalefet edenlerin cezalandırılacaklarını tekrar beyan eder.

Manastır Bulgar Metropolitliği” .

Nedense vatanın selameti için silahlarını hükümete teslim eden masum insanlar vahşi bir şekilde öldürülüyorlardı. Makedonya’da baskıya ve zulme uğrayan Makedonya Bulgarlarının ve onların fesatçılarının Türkleri Avrupa’ya şikayet ettikleri bir dönemde bu tür olayların meydana gelmesi dikkate değer bir gelişmeydi .

Bulgar komitelerinin asayişi bozmak için ellerinden geleni yaptıkları kaçınılmaz bir gerçekti. Bununla ilgili 15 Temmuz 1910 tarihli bir vesikada şunlar yazıyordu:

“Üsküp İhtilal Dairesi:

Müstacil emir

Ellerinde silah bulunanların bilindiği yol vasıtasıyla, Sane Çavuşof ve arkadaşları refakatiyle Bulgaristan’a gitmek üzere derhal toplanmaları gerekir. Tüfekleri ile birlikte gelmeyenler refikaları (arkadaşları) tarafından derhal katledileceklerdir. Bulgaristan’a kaçacakların sağlam çarıkları, kalın giysileri, iki üç günlük ekmekleri ve 50–100 kuruş kadar para bulundurmaları gerekmektedir. Tüfeklerini Türklere teslim edenler derhal idam olunacaktır.

İthal Dairesi Reisleri Üsküp Dairesi Çavuşof İhtilal Komitesi Aleksandrof.

20.10.1910 tarihli bir diğer vesikada ise şunlar yazılıydı.

“Krovodol’de ifreme ( ) Tüfekle silahlanmış 100 köylü bizimle beraberdir. Bulgaristan’a gitmek üzere iki gecede huduttan geçeceklerdir.

Dün akşam, bilinen yol ile gelmenizi silahlı köylülere beraber bekledik. Bu mektubu alır almaz Bulgaristan’a geçmeğe razı olan köylüleri toplayacak ve bizim geçtiğimiz yoldan onları sevk edeceksin.

Yakında görüşeceğiz ve silahlarıyla birlikte bizimle Bulgaristan’a gelmeyenleri şiddetle cezalandıracağız.

Hainler mahvolsun ne yaptığını anlamak için cevabını şiddetle bekliyorum.

İthal Dairesi, İthal Dairesi Voyvodası,Mühür,Ya Hürriyet Ya Ölüm, Bocidan ”

İttihat Gazetesi’ndeki bir mülakatta Divanı Harp üyesi Miralay Nasuhi Bey Makedonya’da faaliyet gösteren çetelerle ilgili olarak şunları söyler.

“Çete meseleleri incelendiğinde Rum ve Bulgar çetelerinin Atina ve Sofya’dan idare edildiği görülür. Bakınız işler nasıl yürüyor:

Atina’da hariciye nezaretinde “Etnik-i Eterya” adında bir özel kalem vardır. Bu kalemin vazifesi Makedonya’da Yunan propagandası yapmaktır. Bunlar Makedonya’daki Yunan konsolosluklarına kâtip olarak gönderilirler. Diğer Yunan propagandistleri mektep muallimleridir (sonraları bunların yerine Osmanlı-Rum muallimleri tayin edilir). Bir diğer önemli propagandistler, daha çok köylerde etkili olan papazlardır. Papaz bulunduğu merkezdeki görevini yerine getirdikten sonra, hemen durumu konsoloshane kâtibine bildirir. O da Atina’ya yazarak silah ve para ister. Bu yardımlar papazlar aracılığıyla dağıtılır. Çete oluşturacak olan köylüler silahtan başka para da alırlar. Lakin bu kadar parayı “Etnik-i Eterya”nın karşılaması zordur. Bu nedenle Makedon halkından zorla para toplarlar” .

1911 başlarında Drama’da miting düzenleyen Makedonyalı Bulgarlar Bulgaristan’ı adeta yalanlıyorlardı. Bu mitinge katılan Bulgarlar, zulüm görmediklerini, devletin kendilerine çok iyi davrandığını, Bulgaristan’ın ektiği nifak tohumlarını hükümetin kökünden kazıdığını” belirttikten sonra “Yaşasın meşruti hükümetimiz” diye bağırıyorlardı.

Yine bu günlerde Osmanlı Rum ve Bulgarları adına bir miting düzenlenir. İngiltere Parlamentosu ve bazı Avrupa devletlerinin Osmanlı devleti aleyhindeki hareketlerini protesto etmek için düzenlenen mitingde; Osmanlının kendilerine daima adalet ve hoşgörü ile davrandığı dile getirilir. Ayrıca Osmanlıya şükranlarını arz ederler. Bu mitingdeki bildiriyi sunanlar; Papa Mişo, Don Mişo, Ruhanilider Papalof, Arlorcaklı Miralo, Papa Gorgi, Kostrıyanlı Gorgi Mito, Erbucef, Kostriyanlı İvan Muhtar ve İvan Kulu .

1911 başlarında silah toplama, kilise ve mektepler, şekavet ve cemiyetler kanunlarının çıkarılması ve tek tük Müslüman göçmenin gelmesi üzerine Makedonya’’da çalışan türlü örgütler, ayaklanma komitelerinin çoğu, aralarındaki karşıtlıkları bir yana bırakarak Makedonya’nın özgürlüğü dileği üzerinde birleştiler .

1911–1912 yıllarında Makedonya’nın durumunu anlamak için, o sıralarda Serez’de mutasarrıflık ve Selanik’te valilik yapmış olan Hüseyin Kazım Bey’in şu yazılarını aşağıya koymak uygun olacaktır:

“Konsoloshaneler Makedonya’nın her tarafında pek fena bir rol oynadılar. Bu işler gözümüzün önünde yapıldı. Fakat hükümetin zaaf ve aczi bir şey söylemeye imkân bırakmıyordu…

Metropolitler açıktan açığa hükümete hıyanet ediyorlardı. Köy muhtarları ve papazları konsoloslardan talimat ve tahsisat almakta idiler… Bulgar ve Sırp hükümetleri maaşlı eşkıya çeteleri gezdiriyor ve her yerde huzur ve asayişin ihlaline gayret ediyorlardı. Biz bu büyük sıkıntılar arasında mesleksiz, programsız, maksatsız duruyorduk… Yapabildiğimiz şeyler, çeteler için uygulanması mümkün olmayacak bir kanun çıkarmaktan, çetelerin arkalarından faydasız yere koşup yorulmaktan ibaret kalıyordu… ”

Rum, Ermeni ve Bulgar patrikhanelerinin belirttiğine göre Bulgar ve Yunan hudutlarından her gün yüzlerce eşkıya, ortalığı karıştırmak için Makedonya’ya giriyordu. Senelerden beri devam eden çete faaliyetleri zaman zaman durmakta ise de bazen tekrar hareketleniyordu. Büyük Bulgaristan emelleri veya Yunanistan Megalo İdea’ları peşinde koşan bu çetelerin bir an evvel cezalandırılmasını bazı Bulgar ve Yunan devlet adamları dahi istemekteydi . Sırplar da Makedonya’daki eşkıyalığın yalnızca Bulgar ve Rum çetelerinden kaynaklandığını ileri sürmekteydiler .

1911 yazına gelindiğinde Pirlepe kazası dahilinde faaliyet gösteren Bulgar çeteleri halka korku salmaya devam ediyordu. 80 kişilik Bulgar çetesi birkaç gün içinde şehri yağmaladı.. Çetenin ileri gelenlerinden Nikolof ve 20 adamı Pirlepe kazasının Papatya köyünde kalarak Bulgar eşkıya reislerinden Milan Porlukof ile ittifak kurarak kötülüklerine devam ediyordu.

Manastır’da bulunan Bulgar çetelerinin genel başkanı, yanına aldığı birkaç kişi ile Demirhisar havalisine geçerken, bir diğer Bulgar çetesi de Demirhisar’dan Drimlok

( ) karyesine giderek Ohri’deki çete reisi Çavlef’e katılarak bölge halkının çete kurmalarına yardım ediyordu. Bu çetelerin amacı Arnavutlarla işbirliği kurarak beraber hareket etmekti .

Bulgar ihtilal komitelerinin Rumeli’nin muhtelif yerlerinde giriştikleri eylemlerin tek amacı Makedonya Meselesi’ni canlandırmaktı. Sözde yapılması gereken ıslahatların yerine getirilmemesinden dolayı bölge halkı mağdurdu. Bu nedenledir ki Avrupa’nın buraya müdahalesini sağlamak için çaba sarf etmekteydiler. Bunun için kendilerini Avrupa nezdinde masum göstermekte ve Osmanlı’yı haksızlıkla suçlamaktaydılar. Bölge ahalisi arasına nifak tohumu saçan bu eşkıyalar, gayrimüslimler için hak aradıklarını ileri sürerek halka zulmediyorlardı .

Nihayetinde 1911 yazından itibaren Osmanlı Hükümeti, Rumeli işlerinde atılganlığını kaybetmeye başladı. 4 Temmuz 1911’de Manastır vilayeti yöneticileri; Florina kazasıyla Görice ve Serfice sancaklarındaki eşkıyayı ezecek kuvvet olmadığı için, bunları ortadan kaldırmak üzere Çeteler Kanunu’nun orada yürütülmesini istedi. Ancak 10 Temmuz’da valiye bunun olamayacağı ve eldeki mevcut kanunlara ve kuvvete dayanarak eşkıya ile uğraşması gerektiği hükümet tarafından ilgililere bildirildi. Bir süre sonra hükümet; 16 Ağustos’ta Selanik, Manastır ve Kosova vilayetlerinde yeniden biner kişilik birer jandarma taburu kurmaya karar verdi .

Bulgar Dahili İhtilal Teşkilatı, Eylül 1911’de yayınladığı bildiride, ittihatçılar aleyhine söylenmedik söz bırakmadı. Vaat edilen ıslahatların yapılmadığından, hürriyet ve eşitlik kavramlarının uygulanmadığından bahsediyordu. Bundan sonra Bulgarlar şiddet olaylarını artırdı .

1911 Eylül’ünde İtalyanların savaş ilan etmesinden hemen sonra 4 Eküm 1911’de Selanik Sosyalist Federasyonu yöneticileri bir kınama mitingi düzenlediler. Bu eylem Balkanlarda olası bir savaşı engellemeyi amaçlıyordu. Bu eylemlere Jön Türk Komitesi de katıldı .

Trablusgarp Savaşı başlayınca, Bulgar hükümeti, Sırp hükümeti ile Balkan Bağlaşması’nın çekirdeğini kurmak ve Osmanlı İmparatorluğu’nu Makedonya’dan atmak üzere görüşmelere başladı. Kasım 1911’de Rusya, bu iki devletin ittifakını destekledi . Diğer taraftan da Bulgar hükümetinin emri ile iş gören komitalar Makedonya’da güveni bozmak için Osmanlı idaresine karşı çalışmaya koyuldular. 1911 sonlarında Arnavut, Sırp, Bulgar ihtilal komiteleri yabancı devletlerin müdahalesini sağlamak ve “Muhtar Makedonya İdaresi”ni temin etmek amacıyla birleştiler. Amaçları çakışan bu grupların birleşmeleri dikkate değer bir durumdu.

İngiltere, Makedonya’da ıslahat için Osmanlı’ya baskıda bulunuyor ve diğer devletleri de Osmanlı aleyhine kışkırtıyordu. İngiltere’yi böyle bir uygulamaya iten olay Avusturya-Bulgaristan ittifakıydı .

B. Balkan Savaşları ve Makedonya’nın Osmanlı İdaresinden Çıkışı

II. Meşrutiyet’in ilanını takip eden dönemde ortaya çıkan üç önemli gelişme, Makedonya mirasının Balkanlar açısından paylaşmasını kolaylaştırdı. Bunlar Arnavut isyanı (1909), Kiliseler Kanunu ve Balkan ittifakıydı. 3 Temmuz 1910’da Kiliseler ve okullar Kanunu çıktı. Bu uygulama ile Balkanlardaki milletler arasında yıllardır devam eden ve bir araya gelmelerine engel olan anlaşmazlık da çözümlenmiş oluyordu.

1912 başlarında çeteler İştip’de giriştikleri hareketlerde pek çok masum insanı yaralamakta veya öldürmekteydi. Gelişmeler üzerine “Kırmızı Kardeşler İhtilal Cemiyeti”, İttihat ve Terakki merkezine gönderdiği mektupta bir kısım ahali için siyasal serbestlik istediği gibi, İştip’de meydana gelen olaylara sebep olan kimselerin de yakalanmasını istiyordu. Aksi halde kendilerinin de kanlı faaliyetlere girişeceklerini bildiriyorlardı .

Dr. Sarrafof önderliğinde kurulan “Bulgar Salib-i Ahmer” heyeti İştip hadisesinde mağdur kalan Bulgarlarla ilgilenmek üzere İştip’e gitmek istemişse de Valinin engellemesi üzerine Üsküp’te kaldı. Bulgar komitelerinin İştip vakıasının intikamı olarak Kratova’da 7 Müslüman’ı katlettiği bir sırada bu heyetin insani yardım amacıyla İştip’e gitmek istemesi, hayretle karşılanacak bir olaydı. Zira bir kaç yıl önce tedavi ettiği Osmanlı komiserini zehirleyerek öldüren birinin, insani yardımda bulunmak istemesi düşündürücü bir durumdu. Üstelik İştip’de yeter sayıda doktor vardı. Bunların birer komite üyesi olma ihtimali de yüksekti. İşte bu hassas durumu fark eden Kosova valisi Mazhar Bey, bu heyetin İştip’e girmesini engelledi .

8 Ocak 1912’de İştip vakası ile ilgilenilmek üzere Divan-ı Harp kurularak bu konuda bir beyanname yayınlandı. Beyannamede; vazifelerinin, zanlıları yargılamak olduğunu belirten yetkililer, bazı cinayetlerin faillerini de açıklamaktaydılar. Ayrıca Köprülü civarında öldürülen Mirçe çetesi mensuplarını üzerinden çıkan evraklarda bu olayların faili olan eşkıyanın bir kısmının ismi dahi tespit edildi. Çetenin kâtibi Yordan Hristov, bombacı Pando Yorgi, asker kaçağı Nekri Dimo, çete üyelerinden Filip Lehev (Lehov) bunlardan bazılarıydı. Voyvoda Mirçe, Kumanova’nın Treşenik (Treşnik) köyündendi. Bundan başka Bulgar ihtilal komitesi müfettişi Aleksandır Hodorof tarafından hazırlanmış olan ihtilal planları da ele geçirildi . Bu arada Sofya’dan aldıkları talimatlara göre hareket eden Bulgar komitelerinin, her vilayet ve kazada Bulgarlara yapılan muameleleri bildirmek üzere birer görevli bıraktıklarını da belirtmek gerekir .

Bir yandan karışıklılar devam ederken diğer yandan Bulgarlar ve Sırplar, Makedonya konusunda anlaştılar (13 Mart 1912). Buna göre; Kuzey Makedonya Sırplara, Güney Makedonya ise Bulgarlara verilecekti. Ardından Nisan 1912’de Londra’daki Balkan komitesi, bazı Osmanlı ileri gelenlerine mektup göndererek Makedonya’daki durumdan şikâyetçi olur ve oradaki Türk olmayan ulusların durumunun düzeltilebilmesi için önerilerde bulunur. Buna göre; Osmanlı Hükümeti, biri İngiliz, biri Fransız ve biri de Türk olmak üzere üç kişilik bir komisyon kuracak ve bu komisyon, bütün Makedonya işlerini tam bir yetki ile yönetme hakkına da sahip olacaktır . Söz konusu gelişmelerin yanı sıra Mayıs 1912’de Bulgar-Yunan ittifakı imzalandı. Bu siyasi ittifakları askeri ittifaklar izledi .

Bu arada Nisan 1912’de Arnavutlar ayaklandı. Bunda bölgedeki askerlerin zamansız olarak terhis edilmesinin de rolü vardır. İstanbul’dan ayaklanmayı bastırmaya giden birinci tümen de onların tarafına geçti. Haziran ayında Debre, Manastır, Pirlepe civarında Arnavut asıllı bir subayın özgürlük adına dağa çıkmasıyla isyan dahada genişledi.

1912 Baharında Makedonya ihtilalcileri Rusya’ya bir heyet göndererek oradan kendilerine yardım istemişlerse de, Rusya buna yanaşmadı. Bunun üzerine Paris ve Londra’ya heyet gönderildi. Bu da gösteriyor ki, ihtilalciler dış yardım olmadan bir şey yapamıyordu. Nitekim önceden beri Makedonya’da vuku bulan olaylar incelendiğinde birçok olayda yabancı güçlerin desteği görülür. Bunun içindir ki ne zaman bir olay olsa arkasından Avrupa devletleri işe karışmaktaydı. Bu tür müdahaleler yalnızca Makedonya’ya has bir şey değildi. Mesela, Yunan ihtilalinde Fransa, Avusturya ve sair devletlerin, Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ olaylarında adı geçen devletlerin yanında Rusya’nın etkili olduğuna şüphe yoktur. Arnavutluk ve Yemen olaylarında da yabancı güçlerin etkisini görmek mümkündür.

Yabancı güçlerin Osmanlı’nın işlerine karşıması, mevcut yönetimin yetersiz olmasından kaynaklanmaktaydı. Senelerden beri süren ırk, mezhep ve kavgalar dış güçlerin müdahalesini kolaylaştırmaktaydı.. Elbette ki bu tür durumlar yalnızca Osmanlı’ya has değildi. Diğer İslam ülkelerinde de benzer olaylar olmaktaydı. Nitekim Fransa ve Almanya’nın Fas taraflarında, Rusya’nın İran, Çin hudutlarında toprak kazanmaya çalışmaları ve başarılı olmaları hep bu memleketlerin iç karışıklığından kaynaklanmaktaydı .

Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu durumdan yararlanmak isteyen Avrupa devletleri, Osmanlı aleyhinde birbirleriyle işbirliğine gitmekten de çekinmiyorlardı. Almanya, Avusturya ve İtalya birleşerek Irak ve Trablusgarp’ta güçlerini arttırmaya çalışırken, İngiltere Mısır’ı tamamen kendi egemenliğine almaya ve Alman yayılmacılığını önlemeye çalışıyordu. Fransa da Fas’taki çıkarlarını desteklemesi koşuluyla İtalya’yla anlaşarak Trablusgarp’ın İtalyanların eline geçmesine göz yumuyordu. İktisadi ve siyasi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen bu devletler sözde Osmanlı’nın dostuydu.

Avrupa’nın bu çifte standardını iyi bilen Makedonya ihtilalcileri, Rumeli’ye özerklik kazandırmak ve bir müddet sonra da bir kısım toprakları Bulgaristan’a bağlatmak, bir kısmını da diğer devletler arasında taksim ettirmek amacıyla kapı kapı dolaşıyorlardı. Bunu gerçekleştirmek için masum insanları öldürmekten de geri kalmıyorlardı .

Bulgarlardan başka; Köprülü, Üsküp, Palanka ve civarındaki Sırp çeteleri de halkı Sırp menfaati için çalışmaya zorluyorlardı . Bu bağlamda çete faaliyetleri, bölgedeki sosyal, siyasal ve ekonomik hayatı büyük ölçüde etkileyerek kapanması güç yaralara neden oluyordu. Ancak eşkıyanın Müslüman ve Hıristiyan ahaliye yaptığı zulüm, halkın çetelere karşı nefretine yol açtı. Bunun için çeteler halktan yardım bulamaz hale geldiler. Bu nedenle birçok çete, varlığını devam ettirmek için soygunlar yapmaya başladı. Çetelerin faaliyet gösterememelerinin bir diğer sebebi de şöhretli Voyvoda’lara sahip olmamalarıydı. Çetelerin büyük bir çoğunluğunu asker kaçaklarının oluşturması, Çeteler arasında ihtilafların ortaya çıkması ve Osmanlı kuvvetlerinin sıkı takibi gelişmeler çete mensuplarının faaliyetlerini zorlaştırıyordu. Bu nedenle birçok çete mensubu Bulgaristan’a kaçtı. Ayrıca Selanik ve civarında sıkı bir takibat başlatan Osmanlı Hükümeti, çete faaliyetlerine büyük bir darbe indirdi .

Haziran 1912’de Varna’da buluşan Bulgar ve Sırp genelkurmay başkanları savaş planlarını şöyle düzenlemekteydiler; bir taraftan Bulgaristan ve Sırbistan, diğer tarafta Türkiye olmak üzere, savaş halinde Türk kuvvetlerinin Üsküp, Kumanova, Kratova, Koçana, Köprülü bölgesinde toplanacağı düşüncesiyle Vardar savaş alanında bulunacak kuvvetleri şöyle tertip ettiler:

1-       İki tümenlik Sırp kolordusu Karadağ üzerinden Üsküp’e yürüyecek, burada birleşik kuvvetlerin sağ kanadını teşkil edecek.

2-       Üç tümenden kurulu Bulgar ordusu, birleşik kuvvetlerin sol kanadını teşkil edecek.

3-       Sırp ordusu da Kumanova, Kratova bölgesine ilerleyecekti.

Makedonya’daki gelişmeler üzerine 1912 yazında “Makedonya ihtilal teşkilatı” Sofya’da bir kongre yapmaya karar verdi. Çeşitli şehir ve kasabalardan 62 üye bu kongreye çağrıldı. 8 Temmuz 1912’de gerçekleştirilen kongreye 42 kişi katıldı. Kongrede halkın düşünceleri, kaygıları ve Bulgaristan hükümetinin durumu ele alındı. Makedonya Meselesi’nin nasıl halledileceği ve Türkiye aleyhine ilan edilecek bir harpte Bulgaristan’ın nasıl bir yol izleyeceği tartışıldı. Komite; Makedonya Meselesi’nin bir an önce halledilmesi için tüm halkın katılacağı mitingler tertip etmeye ve Bulgaristan hükümetinin Türkiye aleyhine savaşa neden olacak tavırlar sergilemesine karar verdi. Kongreye katılan delegeler bulundukları yerlerdeki halkı bu amaç doğrultusunda desteklemeye davet edeceklerine ve tüm halka bu istekleri kabul ettireceklerine dair söz verdiler .

Balkanlı diğer uluslar, büyük mirası aralarında pay ederken ve Makedonya’yı adeta yutarken, buranın asıl sahibi olan Makedonya halkını dikkate alan yoktu. 1912 yılında, Muhtar Makedon kurumlarının son durumu şöyleydi: Makedon kilisesi: 761,Başpiskopos: 6, Makedon Papazı: 833, Öğretmen: 1013, İlk, Orta ve Lise: 641’di .

Yordon İvanoff tarafından 1912 yılında hazırlanan bir istatistiğe göre ise Makedonya’daki genel nüfusun toplamı 2.342.524’tü. Nüfusun dağılımı ise şu şekildeydi.

Bulgarlar: 1.103.111, Yunanlılar: 267.862, Ulahlar: 79.401, Türkler: 548.225, Arnavutlar: 194.195, Kıptiler: 43.370, Muhtelif unsurlar: 106.360 .

Ağustos 1912’de Osmanlı Hükümeti, Selanik Sancağı’nın Selanik şehri dâhil olmak üzere, Kesendre, Vodin, Kramekarye ( ), Katrin ( ), Yenice, Langaze, Tikveş, Strumiça, Fereceabad, Gevgeli, Doyran, Avrathisar kazaları ve Siroz (Serez) Sancağı’nın Siroz (Serez) şehri ve kazası dâhil olmak üzere, Cuma-i Bala, Petriç, Razlak, Menlik (Melnik), Demirhisar, Zihne kazaları ve Drama Sancağı’nın Drama kasabası ve kazası dâhil olmak üzere Kavala, Taşoz, Pravişte, Sarı Şaban, Rubçoz kazalarında geçici olarak örfi idare ilan etti. 5. Kolordu kumandanı tarafından da bölgedeki asayiş ve emniyeti daha iyi sağlamak için böyle bir uygulamaya başvurulduğu ilan edildi. İlanda şunlar yazılıydı:

“1) Padişahın buyruğu altında olan Selanik vilayetinde örfi idare ilan edilmiştir.

2) Halk gizli ve aleni toplanmayacaktır.

3) Silahlı gezmek yasaktır.

4) Her kimde silah, bomba vb. patlayıcı madde var ise üç gün içinde hükümete teslim edecektir.

5) Üç gün sonra kimde patlayıcı madde, silah vb. bir madde bulunursa sıkıyönetim mahkemesine sevk edilecektir.

6) Geceleri alaturka saat dörde kadar halk dışarıda bulunabilir. Dörtten sonra izinsiz çıkan mahkemeye sevk edilecektir.

7) Basınla ilgili yazılar orduya bağlı olup yayınlanması yasak olan askeri haber ve makaleler yayınlanmayacaktır. Mirliva Mehmed Se’id” .

Ancak alınan tedbirlere rağmen, yaşanan gelişmeler Balkan Savaşının çıkmasına yol açtı. Karadağ’ın daha fazla büyümek; Sırp, Bulgar ve Yunanlıların ise çeşitli gerekçelerle kendilerinin saydığı Makedonya’yı ele geçirmek temel düşüncesi ile Ekim 1912’de I.Balkan Harbi başladı. . Balkan harbi başladığı sıralarda Makedonya Bulgar, Yunan ve Sırp devletleri arasında pay edilmiş durumdaydı .

Bu arada Balkan savaşından çok önce Makedonya’daki Türk ahaliye büyük zarar verecek hareketlere girişmiş olan komiteler; Strumiça, Doksato, Serez, Demirhisar ile Kılkış’ın özellikle Rainovo, Planitsa, Kukurtevo köylerinde on binlerce Türk katline neden oldular . Bu gelişmeler Türklerin Anadolu’ya göçüne neden olacaktır. Nitekim Manastır, Üsküp ve Selanik’teki Türklerin büyük bir kısmı göç etti.

Makedonya’da hürriyet ve saadet getirmek maksadıyla savaşa başlayan Balkan hükümetlerinden Bulgar ve Sırp komitelerinin icra ettikleri mezalim o kadar çoktu ki saymakla bitmez. Strumiça’da memur olan Mithat Efendi Aralık 1912’de gönderdiği bir mektupta şunları yazıyordu:

“22 Ekim 1912’de Osmanlı askeri kasabayı terk etti. Tarafıma 450 Hıristiyan’ın hapishaneden çıkarılması emri verildi. Hıristiyan ahalinin dikkatle korunması ben de Müslümanların Hıristiyanlar tarafından korunacağı kanaatini uyandırdı. Osmanlı askerlerinin ayrılmasından 4 saat sonra Köstendil fırkasının lideri Nikola Laçakov, 30 eşkıya ile kasabaya girmişti. 23 Ekim salı günü 15.000 Bulgar ve 2.000 Sırp askerinin oluşturduğu bir birlik Mitof’un kumandasında kasabaya girdi. Kasabayı kumandana teslim ettiğimiz Mitof, Müslümanların can ve mal güvenliğini sağlayacağına dair söz verdi. Bulgar askerinin denetimindeki 48 saat zarfında yalnız Müslümanlardan 11 kişi öldürüldü ve 20 hanenin eşyası yağmalandı. Katiller ahali ve eşkıya olup hırsızlar arasında Bulgar askeri de vardı.

24 Ekim çarşamba günü kasabanın muhafazası 14. Alayın birinci taburu kumandanı J. Grec’e verildi.

28 Ekim pazar günü belediyeden istifa ettim. 18 Kasım’a kadar geçen sürede Kumandan İvan ve Bulgar Polis müdürü Vorliçef’in emriyle 591 Müslüman ve 2 Musevi paraları alınmak, elbiseleri çıkarılmak ve elleri bağlanmak suretiyle öldürüldüler.

Komiserlik görevine tayin olunan komite reisi Çakof, birçok masum insanın malına el koydu. Kumandan Greç ve 80 araba eşyayı Belgrat’a gönderdi. Strumiça o haldedir ki, bütün Müslüman ve Museviler perişan bir halde yaşamaktadırlar. Ölenler arasında bir doktor, iki yüzbaşı, dört mülazım, yüz asker bulunuyordu. Ayrıca üç cami de tahrip edildi.” .

Yaşanan bu hadiselerin yanı sıra devam eden savaşta ise Türk birliklerinin başarı elde edememesi, durumu daha da zorlaştırıyordu. Ekim 1912’de Kosova ovasındaki Türk kuvvetleri, 23-24 Ekim’de ise Vardar ordusu Kumanova’da Sırplara yenildi .

Gelişmeler üzerine Aralık 1912’de Londra konferansı yapıldı. Osmanlı temsilcileri Balkan devletlerinin isteklerine karşı çıkarak Arnavutluk’un özerk olmasını, Makedonya’da Protestan bir prens başkanlığında özerk bir yönetim kurulmasını istedi. 30 Aralık 1912’de ise Osmanlıların bu önerileri ret edildi .

1913 başlarında Yunan kralının Selanik Belediyesi eski reislerinden Tevfik Bey’in yalısı civarında öldürülmesi, Makedonya’daki Bulgarlar ve Yunanlılar arasında gerginliğe yol açtı. Birçok Bulgar köyüne saldıran Yunan çetelerinin katliamı üzerine Sırp askeri, duruma müdahale ederek katliamı önlemeye çalıştı. Bu arada iki Girit’li Jandarma, kralın katillerini yakalamayı başardı. Kralın katili Rum asıllı olduğu halde suçlananlar Müslümanlardı .

1913 Mart’ında, Müttefik devletlerden Sırbistan; Makedonya ve Arnavutluk’ta izlediği baskıcı askeri siyasetine dayanarak Manastır’daki Rum, Bulgar ve Ulah mekteplerini kapattı. Manastır’da İslam, Sırp ve Musevi unsurlardan başka hiçbir cemaat ve unsuru tanımayacağını ilan etti. Ayrıca Türkçe, Musevi’ce ve Sırpçadan başka bir lisan ile eğitime müsaade etmeyeceğini de ilan eden Sırbistan, bu konuda ısrarlı bir politika izlemeye koyuldu. Sırplar bununla da yetinmeyerek Katolik ve Protestan din okullarını da kapattılar. Bu durumdan huzursuz olan Rum, Bulgar ve Ulah halkı büyük devletlere ve müttefik devletlere müracaat ederek şikâyetlerini dile getirdiler .

Bu arada Petersburg’da bulunan bir grup Makedonyalı ise; vatanlarının istiklali için bir muhtıra hazırlayarak Londra konferansı üyelerine tebliğ ettiler ve bir suretini de yayınladılar. Makedonya’nın coğrafi konumundan, bölgenin bağımsızlığından söz edilen muhtırada müttefiklerin kötü muamelelerine de yer veriliyordu. Ayrıca “Makedonya Makedonyalılarındır” ilkesine muhalif kararlar alınması durumunda karışıklığın ve huzursuzluğun daha da artacağı dile getiriliyordu. Bu muhtıraya cevaben Milyokof, Makedonyalıların eskisi gibi davranmamalarını ve verilecek kararlara uymalarını istedi .

Makedonya halkının muhtariyete razı oldukları, Londra’ya gönderdikleri heyet ile sabittir. Bu heyet maksadına tam ulaşamamışsa da bu hususta İngiltere hükümetinin Makedonya’da daimi bir cemiyet bulundurmasına sebep oldu. Bu cemiyet sunduğu beyannamede; Balkan Savaşı’nın, önceleri basit bir olaymış gibi nitelendirildiğini, daha sonra ise yok etme, yıkım savaşı halini aldığını belirtiyordu. Bunun böyle olacağını bilen büyük devletler nedense, bu felaketi önlemediler .

Sözde savaşa toprak kazanmak için girmediklerini söyleyen Müttefik devletler; Sadece Makedonya’da Osmanlı idaresi altında ezilen Hıristiyan kardeşlerini kurtarmak için böyle bir yola başvurduklarını iddia ediyorlardı. Eğer Arnavutluk’un muhtariyet gibi bir Makedonya muhtariyeti tesis edilse idi bu doğru olabilirdi. Ancak müttefiklerin ardı ardına harbe girişmeleri göstermiştir ki bu devletler Makedonya’nın muhtariyetini değil Makedonya’nın parçalanmasını istiyorlardı.

Aslında daha savaştan önce imzaladıkları anlaşmalarla müttefikler, ele geçirdikleri toprakların paylaşımının ırka dayalı olacağını karara bağladılar. İngiliz cemiyetinin hazırladığı beyannamede Makedonya’daki Rum, Bulgar, Türk milletinin hemen hemen aynı sayıda olduğu ve bu nedenle bölgenin muhtariyete pek müsait olduğu belirtiliyordu. Fakat müttefiklerin her biri kendi nüfuslarını çok göstermek için zorla halkın mezheplerini değiştiriyorlardı. Rum’u Bulgar, Bulgar’ı Rum yapmaya çalışıyorlardı. Stratejik öneme haiz olan Selanik şehri de önemli meselelerdendi. Şehir Yunanistan’da kalsa Bulgarların, Bulgarlarda kalsa Sırp ve Rumların hareket etmelerine neden oluyordu. Bütün bu olaylar bölgenin taksimini imkânsız kılıyordu. Bu nedenle müttefikler birbirleriyle daima savaşmak zorunda kalıyorlardı. Bu devletler arasında anlaşıyorlarsa da bu kısa sürüyordu. İşte bu olumsuz gelişmeler muhtariyet fikrini önerenleri haklı çıkarıyordu.

7 Mayıs 1913’te Bulgarlarla Yunanlılar arasındaki çarpışmalarda birçok insanın öldüğü, 10 Mayıs’ta Elefteri havalisinde 24 saat devam eden ikinci bir çarpışmada ise 25 Rum’un öldüğü ve bir o kadar da yaralanan olduğu dönemin kaynaklarında belirtilir. Bun karşılık Bulgarların kaybı ise 29’du. Bu arada Kavala limanını kapatan Bulgarlar, hayvan ihracatını yasakladılar.

Müttefikler arasındaki bu gerginliğin gün geçtikçe artması barışı zora soktu. Aynı tarihlerde Yunan hükümeti; Kavala, Drama ve Serez’i ele geçirmeye çalışıyordu. Hatta Pirlepe ve Manastır’a karşılık Yunanlıların Selanik’i Sırplara vereceği böylece Bulgarlarla olan hududun kalkacağı da dönemin gazetelerinde yer alan haberlerdendi . Bu sıralarda Bulgaristan askeri de bilgi toplayabilmek için Selanik’e casuslar gönderiyordu

23 Mayıs’taki Yunan-Bulgar çatışmasında ise Bulgarlar üstün gelerek Yunanlıların dokuz Kasabadan çekilmesine neden oldu . Bu arada Yunan kralı, Bulgar generalini huzuruna kabul ederek bu şiddete bir son verilmesini istedi. Bulgar generali de cevaben; “Ülkemin menfaati neyi gerektiriyorsa onu yapmaktan kaçınmam” diyordu .

Sırbistan tarafından ele geçirilen yerlerde Bulgarlar, huzur bozucu faaliyetlere girişerek Köprülü kazasının kuzeyindeki bir köprüye bomba koymuşlarsa da Sırplar bunu etkisiz kıldılar. Bulgar komitelerinin halkı isyana teşvik edici bildiriler hazırladığı şeklinde haber alan Sırp birlikleri yaptığı aramalarda pek çok silah ve bildiri ele geçirdi . Sırp-Bulgar gerginliğinin artması üzerine Bulgarlar Sırp sınırına Topçu birliği (çaribrod) ve piyade (Slovniçe) sevk etmeye başladılar .

Balkan savaşlarının Makedonya nüfusunun bu mıntıkada yaşaya gelmekte olan etnik grupların miktarlarında büyük ölçüde değişikliğe yol açtığı görülür. Bu savaşa kadar Osmanlı Devletinin elinde bulunan Makedonya’nın paylaşılmasının, esasen daha önceden varılan anlaşmalarla kararlaştırıldığı bilinmekteydi. 1909’da Rusya’nın, Sırbistan ile Bulgaristan’ı Makedonya’nın paylaşılması meselesinde aralarını bulması, 1911’de İngiltere’nin isteğiyle bu gizli anlaşmaya Yunanistan’ın da dâhil edilmesi gibi .

Savaşın devam ettiği dönemde Sırbistan liderlerinden Pasiç, aralarındaki gerginliğin giderilmesi için Bulgaristan’daki Danef kabinesine bir teklifte bulundu. Teklifte, Makedonya’ya muhtariyet verilirse anlaşmazlığın bitebileceği belirtiliyordu. Rusya’nın da destekliği bu teklif Petersburg Konferansında ele alındığı halde, Bulgaristan devlet adamları, Sırbistan’a ayrıcalıklar vermemek için teklifi kabul etmediler. Bunun üzerine Romanya ve Rusya, Bulgaristan’ın harp ilan etmesi halinde Bulgaristan’a karşı tavır koyacaklarını bildirdiler .

Çeşitli fasıllarla 8 ay kadar devam eden Balkan harbinin I.dönemi; yaşanan Bulgar-Yunan, Bulgar-Sırp gerginliğine rağmen 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması ile sona erdi.

Antlaşmaya göre:

— Selanik ve Güney Makedonya ile Girit’i Yunanistan

—Orta ve Kuzey Makedonya’yı Sırbistan

—Trakya sahillerini ise Bulgaristan aldı.

Ancak bu paylaşım (Makedonya mirası), Balkan uluslarını memnun etmedi. Nitekim 31 Mayıs 1913’te muhtemel bir Bulgar tehdidine karşı Sırp-Yunan antlaşması imzalandı. Bir süre sonra buna Romanya’ da katıldı.

Nitekim Bulgar Kralı Ferdinand ve General Savapov Bulgar ordularını Makedonya’da bulunan Sırp ve Yunanlılara karşı hücuma geçirdi. Bu suretle II. Balkan Harbi başlamış oldu (Haziran1913) . Yunanlılar, Bulgarlar ile yaptıkları bir anlaşma gereği Bulgar askerinin Selanik’te oturmasına izin veriyordu . Aya Dimitri Kilisesi civarında ikamet eden Bulgarların Yunan askerine karşı direnmesi üzerine 1 Temmuz’da çıkan çatışmada 1208 Bulgar esir düştü. Bu olaydan kısa bir süre sonra çıkan bir diğer çarpışmada ise Mirliva Kalaris, Bulgar komutanına teslim olması için bir saat süre tanıdı. Bulgar askerinin teslim olmaması sonucunda çıkan çarpışmada da yenilen Bulgarlar 350 kayıp verdiler .

Temmuz 1913’de Sırp ve Yunan hükümeti Makedonya’yı paylaşmak için bir anlaşmaya vardı. Buna göre; Sırbistan işgal ettiği topraklardan başka eski Bulgaristan hududuna kadar uzanan araziyi alacak ve batıda Bleş dağına kadar inecekti. Böylece bu dağ Sırp-Yunan hududunun doğusunu teşkil edecekti. Sırbistan ayrıca, Pirot’dan Karaağaç’a kadar bir demiryolu inşa etme hakkına da sahip olacaktı. Ancak harp durumunda Yunanistan bu hattı zapt edebilecekti . Yunanistan da Karasu nehrine kadar olan bütün hattı alacak ve bu suretle Serez, Drama, Kavala, hatta İskeçe ile havalisi dahi Yunanistan’da kalacaktı. Trakya’ya ise muhtariyet verilecekti. Zira halkı Bulgar olmayan bu bölgenin Bulgaristan’a bırakılması uygun değildi. Bu bölgede seyahat yapan bir Fransız memuru Bulgarların burada 250.000 kadar Müslüman’ı katlettiğini yazıyordu. Bu suretle Bulgaristan Adalar Denizi sahilinden tamamen çekilerek eski hududuna kavuşmuş oluyordu.

Sırp-Yunan anlaşmasının yapıldığı sıralarda Osmanlıların Edirne’yi geri alması, Rusya’da derin bir etki uyandırdı. Bu durum Rusya’yı ciddi bir şekilde düşünmeye sevk etti. Osmanlı’nın başarı elde etmesi Balkan Savaşı öncesinde söz konusu olan mevcut durumun korunması fikrini yeniden gündeme getirdi.

Bazı diplomatlar Londra Antlaşmasını geçmişe ait bir vesika olarak görüyorlardı. Zaten bu antlaşmayı imzalayan müttefikler arasında da artık bir bağ yoktu. Böylece müttefikler Londra Antlaşmasını ihlal etmiş oluyorlardı. Diğer taraftan Bulgaristan Makedonya’nın, Yunanistan ise Trakya’nın muhtariyetini teklif etmekte idiler. Hâlbuki Yunanistan Makedonya’nın muhtariyetine, Bulgaristan da Trakya’nın muhtariyetine karşı idi .

Türkiye’de dâhil 4 cepheden saldırıya uğrayan Bulgaristan, neticede savaşı kaybetti. Bulgaristan;15 Ağustos 1913’te Yunanistan, Sırbistan, Romanya ve Karadağ ile Bükreş Antlaşmasını imzaladı. Buna göre;

—Yunanistan, Epir’in tamamını, Selanik, Drama, Kavala ile birlikte Güney Makedonya’nın büyük kısmını aldı.

—Manastır, İştip, Üsküp, Priştine bölgesi (Orta ve Kuzey Makedonya) Sırplara verildi.

—Bulgaristan’a ise Makedonya’nın küçük bir bölümü ile Dedeağaç bölgesi bırakıldı.

Gerek I.Balkan Savaşı’nın gerekse II.Balkan Savaşı’nın temelinde Makedonya Meselesi yatar. Makedonya’daki soydaşlarına yardım etmek ve onları Türk zulmünden kurtarmak bahanesiyle faaliyete girmiş olan Bulgarlar; hem Rumeli yi taksim edecekler, hem de bölgede oturan halkı kurtarmış (!) olacaklardı. Böylece Balkanlıların, Avrupalıların huzurunu kaçıran Makedonya meselesini de halletmiş olacaklardı. Fakat Makedonya meselesinin her hükümeti memnun edecek şekilde halledilmesi mümkün değildi. Nitekim daha I.Balkan harbi tam anlamıyla sona ermeden müttefikler arasında anlaşmazlık baş göstermesi bunun kanıtıdır.

Bütün bu gelişmeler, Makedonya’nın taksim edilemeyeceğini ve burada Osmanlı idaresinden başka bir idarenin kurulamayacağını gösteriyordu .Gerçekten de tarihe baktığımızda bu kıtayı Osmanlılar kadar uzun süre idare eden bir devlet yoktur. Ne Sırplar, ne Yunanlılar ne Bulgarlar ve ne de Rumlar bu bölgeyi Osmanlılar kadar uzun süre idare edemediler.

Irk, din, dil gibi farklılıklardan dolayı buradaki halk birbirleriyle devamlı kavga halindeydi. Bu sebeple burada kolay kolay bir idare kurulamadığı bilinir. Buraya uzun süre yerleşmeyi başarabilen tek millet Türklerdir. Son gelişmeler de bu tarihi hakikatleri ispat ediyordu. Bunun için Bükreş antlaşmasında verilen kararlar bölgedeki kargaşayı sona erdiremedi. Bu sebepledir ki gerek Balkan devletleri, gerekse Rusya, İngiltere, Avusturya, Almanya ve İtalya arasındaki mücadeleler devam etti .

Makedonya İhtilal Komitesi üyelerinden Profesör Mihaliçef bir beyanatında; Yunan ve Sırp hükümetlerinin ileride Makedonya’daki halka zor kullanacağından bahsettikten sonra şöyle diyordu: “Şimdi yüz binlerce Bulgar ve Arnavut, Yunanistan ve Sırbistan’ın kendilerine baskı uygulamasından dolayı bu hükümetlere karşı ayaklanacaklardır. Bükreş’te imzalanan bir kağıt parçası hiç bir zaman Balkanlar’da sükunet ve asayişi temin edemeyecektir” .

Makedonya’da büyük yaralar açan çetelerin tekrar faaliyete geçmesini isteyen bazı milletler tekrar kışkırtıcı faaliyetlere giriştiler. Balkan devletlerinin ele geçirdikleri toprakların taksiminde ırk ve milliyeti dikkate almaması büyük huzursuzluklara neden oldu. Güçlü unsurların değil de, zayıf unsurun desteklenmesi büyük devletlerin devamlı müdahalesine zemin hazırladı. Bu nedenle; Bükreş Antlaşması hiç dikkate alınmadı. Bunun sonucunda Yunanlıların çok olduğu bölgeler Bulgar idaresine geçtiği gibi, Bulgar ve Yunanlılarla dolu birçok kasaba da Sırbistan’a kalıyordu. Bu şekilde yabancı devletlerin def’i ve uzaklaştırılması esasından ibaret olan “Makedonya Namesi” yeniden duyulmaya başlandı. Hâlbuki çete teşkilatları ile halkın çoğunluğu ve Patrikhane taraftarları arasındaki kanlı çarpışmaların, mücadelelerin kaynağı da bu esasa dayanmaktaydı. Bükreş antlaşması, bu dertlere son vermeyen, aksine ortaya çıkmasına zemin hazırlayan bir belgedir .

Bulgaristan’ın büyük bir hayal kırıklığına uğraması üzerine çeşitli bahaneler arayan Makedonya’daki Bulgarlar, özellikle Bükreş Antlaşması gereği Sırbistan’a kalan yerlerde kendi milliyetlerini muhafaza etmek için Ortodoksluktan çıkıp Roma kilisesine dahi bağlanmaktaydılar. Bulgarların milli emellerini gerçekleştirmek için giriştikleri bu yöntem yeni değildi. Bu uygulama, IX. asırda kral Boris’in sırf siyasi amacına ulaşmak için Hıristiyanlığı kabul etmesiyle başlar. Bundan başka XIII. asırda, Tırnova Hanedanının üçüncüsü olan Asen’in tacını Roma’dan gelen bir heyete taktırması da örnek olarak gösterilebilinir. Hatta Bulgarların 1860 yılında Roma ile birleşmeye dahi kalktıkları bilinir. Daima milli menfaatlerini önde tutan, asırlardan beri Yunanlılara veya Rumlara karşı bir politika takip eden Bulgarların, Rum patrikhanesine karşı gösterdikleri muhalefet ve isyanları da bu süreçte önemli bir yer tutar. Öteden beri Bulgarlar ile Rumlar arasındaki zıtlıkları gören Bulgar hükümdarları, bunun için Berat ile Bulgar Eksarhhanesini kurdurdu. Esasen Bulgaristan Roma kilisesine itibar etmekle Rusya’ya meydan okumuş oluyordu .

Londra Antlaşmasıyla güneyi Yunanistan’a, kuzey ve orta kısımları Sırbistan’a bırakılan Makedonya, 40 gün süren Balkan harbinin II. kısmının sonunda Karadağ’a verilen Manastır ve çevresi hariç olmak üzere tamamıyla Yunanistan’a bırakıldı. Atina antlaşması ile burayı topraklarına katan Yunanlıların bölge halkına yönelik eziyetleri ise I.Dünya savaşına kadar artarak devam edecektir .

Selanik’te yaşayan Musevilerde, devamlı olarak Rumların baskısına maruz kalmaktaydı. Bundan başka Yunan ve Sırp arazisinde yaşayan Türk, Bulgar ve Arnavut halkı da son derecede kötü durumdaydı. Yunanistan ve Sırbistan tarafından ilhak edilen Makedonya’nın hemen her yerinde oturan millet, korku içinde yaşamaktaydı. Yunanlıların en çok zulmüne uğrayan Bulgarlardı. Yunanlılar kendi idaresi altındaki milletlerin hemen hemen tüm haklarını hiçe sayıyordu. Her gün yeni yeni köyler, kasabalar basan Yunanlıların zulmünden bıkan halk, çareyi göç etmekte buluyordu .

İngiltere Hariciye Nazırı, Kasım 1913’te Makedonyalı Musevi heyeti tarafından takdim edilen muhtıraya verdiği cevapta; “Berlin Antlaşmasının hükümlerinin halen yürürlükte olduğunu ve Balkan hükümetlerince ilhak edilen bölgelerdeki sosyal ve dinsel hürriyetin eskiden olduğu gibi devam etmesi ve buna riayet edilmesi için büyük devletler tarafından Yunanistan ve Sırbistan hükümetlerinden kesin teminat alınacağını” beyan ediyordu .

Medeni Avrupa ise bu bölgedeki haksızlıklara engel olmak yerine bütün olanlara göz yumuyordu. Din, dil, mülk haklarının çiğnenmesine göz yuman Avrupa sadece iktisadi çıkarlarını düşünüyordu. Yunanlılar hicret edenlerin mal ve mülküne de el koyuyordu. Avrupa, eskiden Türkleri baskıdan ve zor kullanmaktan men ederdi. Şimdi ise Yunanlılar ve Sırplar kat kat daha fazla zor kullanıp halka zulüm ediyordu. Selanik hapishanelerinde milliyetlerinden başka suçu olmayan 3000 masum Türk, Bulgar ve Musevi bulunmaktaydı .

Balkan savaşları ertesinde bölgenin bir kısmını ele geçiren Sırplar halka olmadık kötülüklerde bulunuyorlar ve halktan ağır vergiler alıyorlardı. Bu yetmiyormuş gibi, çeşitli bahanelerle halktan yardım adı altında para dahi topluyorlardı. Bir Sırp memuru Salib-i Ahmer cemiyeti için 250 frank talep ederken, bir başkası da kışlaların inşası için yardım istiyordu. Sırp mekteplerinin ayakta kalabilmesi için de ayrıca vergi alınıyordu.

Sırpların ilan ettiği inzibat kanununa göre; bir polis bir kişiyi mahkemeye sevk etmeden suçlu ilan edebilir, kürek cezasına çarptırılabilir hatta idam bile edebilirdi. Yine suç işleyen birini hükümete haber etmeyen beş sene kürek cezasına çarptırılacaktı. Polis komiseri suçlunun ailesini şartsız olarak memleketten sürmeye de yetkiliydi . İnsani haklardan ve adaletten uzak olan bu kanun istenmedik olaylara sebep oldu.

Şehir ve kasabaları yağmalayan Sırp askeri, kendilerine karşı gelenlere “biz sizi kurtardık, bunun için siz de bize yardım edecek ve bizim isteklerimize boyun edeceksiniz” diyordu . Sırp zulmü devam ederken Sofya’daki Makedonya komitesince Macaristan’dan bizzat Sandanski tarafından 720.000 frank tutarında silah ve patlayıcı maddeler sipariş edildi. Tüm bu hazırlıklar Sırbistan’a karşı idi. Böylece Sırp-Bulgar hududundan girişecekleri yağma ile Sırp arazisindeki Makedonyalıları ayaklanmaya sevk edeceklerdi . Bundan başka Bulgar çete reislerinden Sandanski ile Pançe Sırbistan ve Yunanistan’a karşı faaliyet gösterecek çeteler kurmak amacıyla bizzat Arnavutluk’a geçtiler .

Nisan 1914’de Sırbistan sefareti maslahatgüzarı Mösyö Corçeviç, La Turki Gazetesindeki bir mülakatta şunları söylüyordu:“Bugün 10.000 kadar Bulgar komitecisi vardır. Zannediyorum ki bunlar Balkanlarda huzursuzluk çıkararak Avrupa’nın müdahalesini sağlamaya çalışmakta ve Bükreş Antlaşması ile uğradıkları haksızlığı gidermeyi ümit etmektedirler. Fakat bütün bu çabaları boşadır. Zira Sırbistan kendini müdafaa etmek için her türlü tedbiri almıştır. Şunu söyleyebilirim ki, ne Bulgar çeteleri ne de Bulgar hükümeti Bükreş antlaşmasının bir satırını dahi değiştiremez. Umarım ki tüm balkan ülkeleri yüce menfaatlerinin müşterek olduğunu ve yardımlaşmanın bütün ülkelerin ortak ülküsü olduğunu anlayacaktır. Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olduğumuzu belirtmeliyim. Şahsen ben padişahınızın gösterdiği sevgiye minnettarım. Bana gösterilen iyiliklere de müteşekkirim” .

Makedonya bölgesinde etkin olan sadece Sırplar değildi. Yunanlılarda baskı ve zulüm uyguluyorlardı. Langaza kazasının Lahna köyünde türlü sebepler ileri sürerek halka zulmediliyordu. Avrathisar kazasının Karapınar köyünde de Müslümanlara çeşitli zulümler yapılıp camiler ve tarlalar tahrip ediliyordu. Serez sancağına bağlı Kırıklı köyünde bulunan 80 hanenin büyük bir kısmı Yunan baskısından dolayı göç etmek zorunda kaldı. Yunan hükümeti ve Avrupa bütün bu zulümlere göz yumuyordu . Yunanlılar ayrıca Türkiye’deki Rumların baskı altında olduğunu ileri sürerek olayı saptırmak istiyorlardı .

Selanik’ten yazılan 13 Nisan tarihli bir mektupta ise şunlar yazmaktaydı. “Bugün Yunan Medeniyetinden bahsetmek isterim. Ey Dindaşlar! Makedonya’da İslamlara reva görülen mezalime hala mı ilgisiz kalacaksınız? Istırap içinde ölenlerin haline merhamet etmeyecek misiniz? Medeniyet süsüyle bezenmiş bu canavarlardan bizleri kurtarmayacak mısınız?

Yarabbi! Biz Makedonyalılar ne kadar kadersiz, ne kadar talihsiz insanlarmışız ki, alçak Yunanlıların ellerinde esir kaldık. Ah biz zavallıların gözyaşlarını silecek, üzüntülerine iştirak edecek İslam kalmadı mı?

Ey din kardeşlerim uyanın, uyanın da Makedonya’da ıstırapta olan kardeşlerinize acıyınız ve ibret alınız. Geçende sırf Müslümanların ne yaptıklarını görmek için Büyük Delik denilen yere gittim. Çaresizlerin halini görüp de ağlamamak mümkün değildi. Oradan geçen Yunan askerleri halkla alay edip onları aşağılıyordu. İşte Makedonya’da biz İslamların hali ve vaziyeti… Selanik’te İslamlar böyle ise, köyleri siz düşünün dindaşlar…”.

Yunanistan, Drama’da bulunan 22. alaydan bölgedeki civar köylere yirmişer-otuzar kişilik kuvvetler göndererek halka korku ve dehşet saçıyordu. Vlani ( Vilani) denilen Bulgar köyünde 10 Bulgar hunharca katledildi. Bununla yetinmeyen Yunan askeri 200 kadar İslam ve Bulgar köylüsünü de tutuklayarak onlara çeşitli işkenceler yaptı . Zulme uğrayan halk, Osmanlı Hükümetinden yardım istiyordu .

Balkanların en acımasız propagandacısı Yunanlılardı. Her gittikleri yerde Müslümanlara eziyet eden ve onları göçe zorlayan Yunanlılar, Tesalya ve Girit’ten sonra Makedonya ve Epir’de de halka baskı yapmaya başladılar. Bizzat Yunan hükümetine bağlı askerler, jandarmalar çeşitli saldırılarla halkı bezdiriyorlardı .

22 Mayıs’ta Langaza kazasına bağlı 500 haneli Baykın köyünde yağma hareketinde bulunan Yunan askeri, 31 Mayıs’ta bunu tekrarladı. Bu zulümden Selanik’e kaçan bir grup Yaylacık denilen yerde Yunan askerleri tarafından engellendi. 27 Mayıs’ta Selanik’e gelecek gemiyi bekleyen 2000 kişi, Yunan askerinin zulmüne maruz kaldı. 28 Mayıs gecesi ise 40–50 Rum, Müslüman mezarlarına saldırarak mezarları tahrip ederken bunu gören Yunan zabiti sesini bile çıkarmadı .

Sırp ve Yunan baskılarından bıkan halk Cuma-i Balaya göç etti. Halkı ağır vergiler altında ezen Sırplar çete faaliyetlerini desteklemekten de geri kalmıyorlardı. Selanik’teki Şehbenderi, Drama, Serez sancaklarıyla civardaki Müslümanlara yapılan zulüm ile ilgili bir rapor, Yunan valisine iletilmişse de bir sonuç alınamadı . Neticede Makedonya’daki Yunan baskısından bıkan halkın bir kısmı göç etti. Bu amaçla Selanik, Kalkış, Serez, Drama ve Demirhisar’dan 2500 kişi Türkiye’ye göç etti. Bunların boşalttıkları bölgelere ise Kafkaslardan gelen Rumlar yerleştirildi .

C.Birinci Cihan Harbi ve Sonrasında Makedonya

Makedonya’yı ele geçirmek için yapılan Bulgar-Yunan-Sırp ittifakının uzun sürmediği ve I.Balkan savaşı sonrası ele geçirilen yerlerin taksimi bitmeden, müttefikler harbinin başladığı bilinen bir gerçektir. Böylece harbi kaybeden Bulgarların Makedonya ve Selanik ile ilgili hayalleri suya düştü. Çünkü Osmanlıların pırlanta şehri Selanik Yunanlıların eline geçti. Makedonya’yı bir bütün olarak kendine mal eden Bulgarlar Selanik üstünde de hak iddia ediyorlardı. Selanik Bulgarlar için mukaddes, tarihi bir yerdi. Bu nedenle Selanik’in Yunanlılara geçmesini hazmedemeyen Bulgarlar, yaptıkları beyanatlarda Selanik için her türlü fedakârlığa katlanabileceklerini bildiriyorlardı .

Balkan savaşlarının ardından devam eden Sırp zulmü Makedonya Müslümanlarını Bulgar komitecileriyle işbirliği yapmaya sevk etti .

Avusturya-Macaristan, Sırbistan’ın Balkan harbinden galip çıkmasından memnun değildi. İki devlet arasında ortaya çıkan hoşnutsuzluk ve Sırbistan’ın Avusturya-Macaristan aleyhine büyümek istemesi, iki devlet arasındaki gerginliğin giderek artmasına neden oldu. Avusturya veliaht’ı, Sırp tehlikesini bertaraf etmek için; ırk itibariyle Sırplara, kültür itibariyle Avusturya’ya bağlı olan Slavları, hiç sevmediği Sırpların elinden kurtarmak arzusundaydı. Müslüman Boşnakları Sırp sayan Sırbistan ise, Bosna-Hersek’i kendi sınırları içine almayı ümit ediyordu. Ayrıca Avusturya-Macaristan’ın güneyinde yaşayan Slav ırkdaşlarını kurtarmak ve bu bölgeyi ele geçirmek suretiyle de Büyük Sırbistan’ı kurmak arzusundaydı .

28 Haziran 1914 Pazar günü Avusturya-Macaristan Veliaht’ının bir Sırplı tarafından öldürülmesi iki ülke arasındaki gerginliği arttırdı. Nihayet 28 Temmuz 1914 günü Avusturya, Sırbistan’a harp ilan etti. Harbin büyümesi ve genişlemesini engellemek amacıyla yapılan barış görüşmeleri, olumlu netice vermedi. Avusturya’nın Sırbistan’a harp ilanını; Almanya’nın Rusya ve Fransa’ya, İngiltere’nin Almanya’ya harp ilanları takip etti. Avrupa devletleri arasındaki savaş süratle genişledi ve kısa sürede Türkiye, İtalya, Bulgaristan ve Romanya’ya da ulaştı. Almanya ile ittifak eden Türkiye, kendisine savaş ilan eden devletlere 11 Kasım 1914’de savaş ilan etti .

Makedonyalıların Avusturya veya Bulgar işgaline girmek istemeleri, Osmanlı Devletinin de büyük cihadı ilan etmesi Sırpları şaşırttı. Sırpların bu şaşkınlıkları Makedonya halkının ümitlerini arttırdı. Nitekim Üsküp’ten “Makedonya’da Vaziyet” başlığıyla gönderilen bir mektubun ilk satırlarında; Makedonya’nın yakında Sırp mezaliminden kurtulacağından, hürriyet güneşinin pek yakında bu kıtayı aydınlatacağından bahsedilmekteydi. Sırpların zulmünden de bahseden mektupta bazı zalimlerin isimlerine de yer veriliyordu .

Bütün bu gelişmelerin Makedonya’yı nasıl bir sona götürdüğünü kestirmek zordu. Kasım 1914 tarihli bir gazete Makedonya ile ilgili olarak şu üç esastan bahsediyordu. Birincisi; Makedonya’ya muhtariyet verilmesidir ki, halkın büyük çoğunluğu bunu beklemekte idi. İkincisi; Bu talihsiz beldenin Avusturya idaresine bırakılmasıydı. Ancak Avusturya’nın Makedonya’ya gelmesi halinde oradaki Bulgar ve İslam ahalinin idareyi kendi eline almak isteyeceği de öteden beri bilinen bir gerçekti. Üçüncüsü ise; Makedonya’nın Bulgaristan ilhakına bırakılmasıydı .

1914’de I.Dünya Savaşı çıkına bir yandan intikam almak, bir yandan da Makedonya’daki topraklarını daha da genişletmek isteyen Bulgaristan, 1915 Ekiminde İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa girdi. Kısa zamanda bütün Sırp Makedonyası ile birlikte asıl Sırbistan’ın bazı kısımları Bulgaristan’ın eline geçti. Bunun üzerine Sırbistan’a yardım etmek isteyen müttefikler (Fransız, İngiliz, Yunan, İtalyan), Avusturya, Alman ve Bulgar birlikleriyle mücadelelere girişti .

Sırbistan’a yardım etmek amacıyla Selanik’e çıkan müttefikler ancak 1918’de girişebildikleri başarılı bir saldırı sonunda (Eylül 1918) Bulgaristan ile ateşkes antlaşması imzaladılar. Yunan-Yugoslav sınırında hiçbir değişiklik yapılmamakla birlikte, Neuilly Antlaşması’yla (27 Kasım 1919) Strumiça bölgesi Yugoslavya’ya bırakıldı .

Yunan kontrolü altında bulunan Güney Makedonya hariç, 1915 yılı ortalarından Eylül 1918 sonlarına kadar tüm Makedonya ittifak devletleri ve özellikle Bulgarların işgali altında kaldı. Alman ve Bulgar işgali sırasında Makedonlar, işgalcilere karşı verilen mücadelede; yapılacak sulhu müteakip otonom Makedon Devleti kurulabilir umuduyla Yunan halkının yanında yer aldı. Makedon direnişi, Makedonya’da silahlı çeteler kurdu ve hürriyet için başarılı mücadeleler verdi .

I.Dünya Harbini sona erdiren antlaşmalar, toplamı 69.000 km2yi bulan Makedonya topraklarını; Yunanistan (Ege Makedonyası), Yugoslavya (Vardar Makedonyası) ve Bulgaristan’a (Prin Makedonyası) bıraktı.

Todor Aleksandrov’un Makedon Dâhili İhtilal Komitesinin başına geçmesiyle bölgede bir terör ortamı oluştu. 1923 Mart’ında Bulgar Başbakanının anlaşma teklifi reddedildi. Bu sıralarda Ferro Sandanov’un önderliğinde yeni bir hareket doğdu. Bunlar, federal bir Yugoslav ve muhtar bir Makedonya eyaleti kurulmasını istiyorlardı. Belgrat hükümeti buna sıcak bakmadı .

1924 Nisan’ında Dimitar Vlahov, Aleksandrov’u komünist bir Balkan Federasyonu kurulması yolunda ikna etti. Bu görüşü yansıtan bir manifesto, Sofya hükümetini telaşlandırdı. Ağustos 1924’de Aleksandrov, Pirin’de öldürüldü. Bunun üzerine VMRO (Makedonya İç Devrim Teşkilatı)’nın başına General Aleksandır Protogerov ile İvan Mihaylov getirildi. Mihaylov, Makedonyalı birçok federalist elebaşından başka federalistlerin rasgele öldürülmelerine karşı çıkmış olan Protogerov’u Sofya’da öldürttü (1928). Yugoslavların aldığı tedbirler VMRO’nun Makedonya’daki eylemlerini çok güçleştirdi. 1930’larda Faşist İtalya, teşkilatı sömürmeğe başlayınca Bulgar siyaset adamları ve subayları teşkilata karşı cephe aldılar ve Mayıs 1934’te VMRO dağıtıldı. Liderleri tutuklanarak bütün üyelerinin silahları ellerinden alındı .

1941 yılında Yugoslavya, Mihver Devletleri arasında paylaşıldığı zaman, Bulgaristan yine hemen hemen bütün Makedonya’yı istila etti. Kuzeybatıdaki bazı bölgeleri Arnavutluk, güneybatıdaki bazı bölgeleri de İtalya ele geçirdi. Selanik ise Almanlar tarafından işgal edildi .

Bu yıllarda II. Dünya Savaşı ile birlikte İtalya’nın himayesindeki Arnavutluk’un Makedonya’da Gostivar ve Kırçova’ya yayılması üzerine önce Üsküp Türkleri ardından tüm Makedonya Türkleri daha aktif olmaya başladılar. Yücel Teşkilatı buna örnek verilebilinir.

12 Temmuz 1943’te Petriç’te Bulgar Makedonyası, Bulgar Komünist Partisi adına Duşan Daskalov, Yunan komünist partisi adına da İoannis İoannidis bir antlaşma imzaladı. Buna göre bütün Makedonya, savaştan sonra kurulacak Balkan Komünist Federasyonu’nun bağımsız bir cumhuriyeti olacaktı. Fakat o sıralarda Yugoslavya’da gittikçe güç kazanan Tito, aynı görüşte değildi. Ona göre Balkan Federasyonu ancak Yugoslav Komünist partisinin önderliği altında gerçekleşebilirdi. Tito, 1943 Şubatında Yugoslav Kurtuluş Hareketi’nin Makedonya kolunu kurması için Svetozar Vukmanoviç’i Üsküp’e gönderdi .

Makedonya’nın Alman, İtalya ve Bulgar işgali altına girmesini müteakip, Makedonlar işgal kuvvetlerine karşı mücadeleye başladılar. Bunların önde gelenleri arasında; Makedon Ulusal Azami Programcıları; Makedon Ulusal Asgari Programcıları; Makedon Anti-Faşist Örgütü (MAO); Slavo-Makedon Halk Kurtuluş Cephesi (SNOF) yer almaktaydı .

Haziran 1944’te Rus orduları Balkan ve Orta Avrupa’ya girdiler. Ekim 1944’de imzalanan mütareke ile Bulgaristan, Rusların kontrolüne girdi. Rus kuvvetleri Bulgaristan’dan sonra Macaristan ve Yugoslavya’ya girdiler. Dolayısıyla, Vardar ve Prin Makedonyası bu sefer de Rusların işgaline maruz kaldı. Tito, Eylül 1944’de Sovyet Rusya ile bir antlaşma yaptı. Buna göre, Alman işgalinden kurtulan Yugoslavya topraklarının idaresi Yugoslavya Milli Kurtuluş Komitesi’ne, yani Tito’ya verilecek ve savaş sona erer ermez, Rus kuvvetleri geri çekilecekti .

Makedonların, gerek Ege Makedonyası ve gerekse Vardar Makedonyası’nda verdikleri bağımsızlık mücadelesi ve “Makedon Halk kurtuluş Hareketi”, Makedon kültürünün tekrar canlanmasına imkân sağladı. Ancak bu mücadeleler, Vardar Makedonyası’na kazandırılan özerklik dışında büyük Makedonya’nın bağımsızlığını temine yeterli gelmedi .

7 Mart 1945’te Tito başkanlığında hükümet kuruldu. Makedonya Cumhuriyeti başbakanlığına Lazar Kulişevski getirildi. Savaştan hemen sonra Tito güney kısmıyla, özellikle Selanik ile ilgilendi .

11 Ekim 1945’te Üsküp’te yaptığı bir konuşmada Tito, “Makedonya halkının birleşme hakkından hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz; Ege Makedonyası’nda kaderleriyle ilgilendiğimiz kardeşlerimiz var” dedi. Fakat Şubat 1947’de tespit edilen sınırlarda hiçbir değişiklik yapılmadı. Yunan hükümeti Pirin üstünde hak iddia ettiyse de bundan hiçbir sonuç alamadı.

Nitekim bu sırada Yunanistan’da ikinci bir komünist ihtilali yapıldı ve ülkenin geleceği tehlikeye düştü. 1947’de Tito ile Bulgaristan’ın komünist Başkanı Bled’de buluşarak aralarında antlaşma yaptılar. Buna göre; Yunan Komünist ihtilali başarıyla sonuçlandıktan sonra Yunan Makedonyası da Yugoslav Makedonyası’na katılacak, Yunanistan Trakyası Bulgaristan’ın olacak, Yugoslavya ile Bulgaristan büyük bir Güney-Slav Federasyonu şeklinde birleşeceklerdi. Fakat Ocak 1948’de Moskova ile Tito’nun arasındaki dostluk bozuldu. Moskova böyle bir planı desteklediği için Bulgaristan Başbakanını azarladı.

1948 Kasım’ında Bulgaristan’da bulunan bir Makedonya teşkilatı, Makedonya Sorunu’nun çözümü için bir görüş ileri sürdü. Buna göre; Makedonya sorununun çözümlenebilmesi, ancak Yugoslavya ve Bulgaristan’a eşit bir Makedonya devletinin kurulmasıyla mümkündü. Yunan ihtilal hükümeti de buna benzer bir planı desteklediğini bildirdi. Tito bu plana, Yunan-Yugoslav sınırını kapatmakla karşılık verdi.

1955’te Sovyetlerle Yugoslavya arasındaki gerginliğin gevşemesinden sonra Tito’nun askeri ittifaklara ilgisi azaldı ve Yugoslavya’nın tarafsız bir ülke olduğunu ilan etti. 1961 Aralığında Yugoslavya hükümeti, Atina’yı Yunanistan’daki Makedon azınlığı tanımaya davet etti. Yunan hükümeti de buna karşılık sınırları içinde Makedonyalı bir azınlığın bulunmadığını bildirdi .

İkinci Dünya Harbi’nden sonra Mart 1945’te ilan edilen Yugoslavya Sosyalist Federasyonu’nu oluşturan 6 Cumhuriyetten biri olan Makedonya, 8 Eylül 1991’de Federasyondan ayrıldığını beyanla bağımsızlık için halk oylamasına başvurdu. Bu oylamada %78 evet sonucu alındı ve böylelikle Makedonlar yüzyıllardır hasretini çektikleri bağımsız bir devlete kavuştular .

Bağımsız Makedonya Cumhuriyeti’ni ilk tayına devletlerden birisi Türkiye’dir. Nitekim Makedonya’da görüştüğüm halkın büyük bir kısmı, Türkiye’nin kendilerine destek vermesinden çok memnundular.

Resmi Bulgar görüşü, ayrı bir Makedon ulusu bulunmadığı, Makedonların tümüyle Bulgar olduğu yolundadır. Ama yinede Makedonya’nın bağımsızlığına ses çıkarmadılar ve onu hemen tanıdılar. Öte yandan, Sırbistan Makedonya’nın bağımsızlığına tepki göstermeyerek askerini hemen oradan çekti .

1945 yılından beri Makedonya konusunda hiç sesi çıkmayan Yunanistan, bağımsızlık ilanı ile beraber Makedonya aleyhinde faaliyetlere girişti. Yunanistan; Makedonya’nın eski bir Yunan ülkesi olduğunu, Makedonya isminin Kuzey Yunanistan’da coğrafi bir yerin ismi olduğunu, bu ismin kullanılmasıyla Yunan tarihine sahip çıkılmak istendiğini, tarihte ne müstakil bir Makedonya Devletinin ne de ayrı bir Makedon halkının mevcut olduğunu, Makedonların Slavlaştırılmış ya da Sırplaştırılmış Yunanlılar olduklarını, Makedonca diye bir dilin mevcut olmadığını, Makedonya’nın kendisini tehdit ettiğini, yayılmacı emeller güttüğünü, Makedonya sorununun Helenizm’in en büyük problemi olduğunu, Makedonya, Makedonca ve Makedon kelimelerinin her şeyiyle Yunan olduğunu, isminde Makedonya kelimesi ile olan bir devlet tanımayacaklarını, tanımak için ise mutlaka ismini ve anayasasını değiştirmesi gerektiğini ileri sürerek, yeni cumhuriyetin Makedonya adını kullanamayacağı iddiasında bulundu. Avrupa Topluluğu da Yunanistan’ın veto tehdidi altında benzer bir karar aldı.. Yunan Başbakanı Mitsotakis, Kasım 1992’de Washington’u ziyaretinde, Başkan Bush’tan ABD’nin Yunanistan’ın Makedonya politikasını desteklemesini istedi ve Bush’ta destekleyeceğine dair beyanda bulundu .

Aslında Yunanistan’ın iddiaları, gerek tarihi, gerek coğrafi ve gerekse sosyolojik açılardan tamamen geçersizdir, tutarsızdır ve inandırıcı değildir. Yunanistan’ın kaygısı, “Makedonya” bağımsız bir devlet adı olursa, oradaki aşırı milliyetçi Makedonların Yunanistan’daki Makedon kökenli halk ile birleşmek için onları kışkırtabileceği varsayımından kaynaklanmaktadır. Oysaki Yunanistan, ülkedeki Slav kökenli Makedonları 80 yıldır büyük ölçüde sistemli biçimde Yunanlaştırmaktaydı .

Makedonya Sorunu’nun çözümündeki temel unsur; Yunanistan’ın duygusallığı, fanatizmi, yaygaracı ve yayılmacı politikaları bir tarafa bırakarak hareket etmesine bağlıdır. Ayrıca Ülkesindeki Makedon azınlığın varlığını da tanıması ve eski Yugoslavya’dan ayrılan “Makedonya Cumhuriyeti” üzerindeki isim değiştirme ısrarından vazgeçmesi gerekmektedir. Yunanistan bu konuda Avrupa Topluluğu devletleri üzerindeki baskılarını bir tarafa bırakarak, genç Makedonya Cumhuriyeti’nin uygar ve demokratik Avrupa camiası içindeki onurlu yerini almasına yardımcı olmalıdır .

III. Sonuç

Dünya siyasetinin odak noktalarından birini teşkil eden Makedonya, 20.yüzyıldaki çeşitli gelişmelerde rol oynayan önemli bir bölgedir.

İttihat ve Terakki partisi’nin güçlenip geliştiği, Meşrutiyetin büyük bir coşkuyla karşılandığı bu bölgede; Makedonlar, uzun süredir bekledikleri serbestliğe kavuşabilmek umuduyla İttihat ve Terakki’nin destekçisi oldular. Hatta 31 Mart Olayı’nın bastırılması için İttihatçılarla işbirliğine girip gönüllü birlikler dahi gönderdiler. Ancak, Makedonların bu sevinçleri kısa sürdü. Çünkü İttihat ve Terakki yöneticileri verdikleri sözleri tutamadıkları gibi halkın özgürlüklerini kısıtlayıcı tedbirlere başvurdular.

1912’lere gelindiğinde; gerek büyük devletlerin ve gerekse diğer Balkanlı devletlerin saldırılarına maruz kalan Makedonya, Balkan savaşları sonucunda Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan arasında paylaşıldı.

I.Dünya Savaşı sırasında da çeşitli saldırılara maruz kalan Makedonya Bölgesi, savaş sonucunda yine üç devlet arasında paylaşılarak adeta kaderine mahkûm edildi. Bundan sonra Makedonya’yı birleştirmek için harcanan çabalar da sonuçsuz kaldı.

II. Dünya Savaşı’ndan sonar Mart 1945’te ilan edilen Yugoslavya Sosyalist Federasyonu’nu oluşturan altı Cumhuriyet’ten biri olan Makedonya, Eylül 1991’de federasyondan ayrılmak ve bağımsızlık için halk oylamasına gitti. Böylece Makedonlar yüzyıllardan beri hasretini çektikleri bağımsız bir devlete kavuştular. Ne var ki Yunanistan’ın menfi propagandaları soncu dünya devletlerinin pek azının tanıdığı Makedonya hala gündemdeki önemini korumaktadır.

Bugün Türkiye ile Makedonya arasındaki ilişkiler Eğitim, sağlık, askeri vb. sahalarda yapılan işbirliği ile dostane bir biçimde devam etmektedir.

Necati Çayırlı

 


İçeriği Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.