Beyaz adam beş yüz yıl önce ayak bastığı kara kıtadan 1950’li yılarda fiziki olarak çekilse bile, onun torunlarının bugün de siyah adamı rahat bıraktığını söylemek oldukça güç
Afrikalı çocuk, size bu akşam Gana’nın tarihini, daha doğrusu köleliğin tarihini anlatmaya çalışacağım diye başlıyor söze. Ürkek ve bir o kadar naif cümlelerle devam ediyor sözlerine kara çocuk. Gana’nın başkenti Akra’da, bir okulun bahçesine kurulmuş sinevizyon perdesine düşen simsiyah kareler üzerine okunan cümleler bunlar. Kara çocuk, kurduğu her cümleyle köleliğin karanlık tarihinde acılı bir yolculuğa davet ediyor bizi.
Daha anlatının hemen başında, siyahi aksanla gecenin karanlığına saçılan Türkçe kelimeler, Afrika’ya, köleliğe, Elmina Kalesi’ne dair zehirli oklara dönüşerek sağır duvarların yankısızlığında yok oluveriyor. Ekrana yansıyan görüntüler, kordan parçalar olarak beyaz adamın zihnine saplansa da, üstadın ifadesiyle, “Ocak sönüyor, ateş kül oluyor.” Sönen kor parçaları, Afrikalı kara çocukların trajik kaderleri üzerine saçılmış kül bulutlarına dönüşüyor.
Zaman geçiyor, ocak sönüyor, ateş kül oluyor, Atlas okyanusunun dalgaları Amerika’dan, Kanada’dan beş yüz yıl öncesine dair esintiler taşıyor Elmina Kalesine. Kendi toprağında, özgür insanlar iken, yakalanıp önce Elmina Kalesi’ne oradan binlerce kilometre uzağa götürülen, ticari bir mal olarak satılan siyahi babaların, annelerin, çocukların mırıldandığı kederli şarkılara dair esintiler bunlar.
Kara çocuk, Elmina Kalesi’nden, ışıksız zindanlardan yükselen çığlıklarla sesleniyor tarihin vicdanına; “Beş yüzyıl önce atalarım beyaz adam tarafından köleleştirilerek, ana yurtlarından kopartılıp okyanusun öte yakasına götürüldü… Vahşi hayvanlardan daha sert muamelelere tabi tutuldular… Peki neden?”
Kara kıtayı kuşatan berrak gökyüzü, samanyoluna saçılmış milyarlarca yıldız, sonsuzluğa doğru uzanıp giden Afrika düzlükleri kara çocuğun yanıtsız sorusunun tanığı olarak, biraz daha solgun bir tona evriliyor gecenin ilerleyen saatlerinde…
Bu küçük siyah adamın elindeki minicik fenerden köleliğin tarihine tutulan zayıf ışık, beyaz adamın içindeki karanlığı aydınlatmaya yeter mi bilinmez, ama insanlığın yüreğindeki derin bir yarayı göstermeye kafi gelir belki.
Bugün her bir beyaz adamın vicdanında bir Elmina inşa etsek, “hükmetme ve daha çok kazanma” hırsını karanlık dehlizlere hapsedebilir miyiz acaba?
Elmina Kalesi, Atlas Okyanusu kıyısında inşa edilmiş, beyaz adamın kölelik utancının sembol noktalarının en önemlisi. Rivayet odur ki, üç yüz yılı aşkın bir süre boyunca, Afrika’nın batıya bakan sahillerinden, insanlar köle tüccarları tarafından, Amerika’ya Avrupa’ya Kanada’ya taşındılar… Tarihçiler kaç milyon Afrikalı siyah insanın bu şekilde taşındığını, ne kadarının toplama merkezlerinde ya da okyanus yolculuğunda öldüğüne dair farklı rakamlar verseler bile, bugün dimdik ayakta duran Elmina Kalesi, beyaz adamın alnındaki simsiyah bir leke olarak canlılığını koruyor.
Yine tarihçilerin ifadelerine göre, Beyaz adam okyanus sahili boyunca Elmina benzeri 44 köle transfer kalesi kuruyor. Bu kalelerin 34 tanesi Gana’da inşa ediliyor. İngilizler, İspanyollar, Portekizliler, Belçikalılar, kısacası okyanuslarda gemi yüzdürebilen tüm Avrupa milletleri bu utancın ortağı…
Beyaz adam beş yüz yıl önce ayak bastığı kara kıtadan 1950’li yılarda fiziki olarak çekilse bile, onun torunlarının bugün de siyah adamı rahat bıraktığını söylemek oldukça güç. Son çeyrek yüzyılda kara kıtanın bir çok yerinde, yaşanan trajedide de yine beyaz adamın kirli ayak izlerine rastlamak mümkün. Ruanda, Somali, Kongo, Zimbabve, Fildişi Sahilleri…
Aç gözlülüğünün kurbanı olarak yüzyıllarca kaynakları, emeği, bedeni sömürülen kara insan şaşırtıcı bir şekilde hayata gülümsemeye devam ediyor. Kendisini bu dünyaya bağlayan bedeninden başka hiçbir varlığı olmayan Ganalı köylülerin yüzlerindeki buruk tebessüm, beyaz adamın mutsuzluğuna anlamlı bir gönderme adeta. Hani Erich Scheurmann’ın bir kara kıtalının ağzından kaleme aldığı Papalagi’de dile getirdiği üzere, “Beyaz adam sayısını bilemediği kadar çok şeye sahip, ama yine de mutsuz. Kim bilir belki de mutsuzluğuna sebep sahip olduğu şeylerdir.”
Kurban Bayramı’nda Yeryüzü Doktorları adına gitmiş olduğumuz Gana’nın kuzeyindeki köylerde tanık olduğumuz görüntü üzerine uzun boylu konuşmaya gerek var mı, emin değilim. İçinde “yemek” pişirdiği bir iki kap, bir su ibriği, üzerinde yattığı bir parça hasır, tavanı otlarla örtülmüş kulübeden müteşekkil bir varlık envanteri. Eşya ile kurulmuş bu denli sınırlı bir anlam bağını biz kuzeyli beyaz adamlar yığınlarca sosyolojik analize tabi tutsak bile, milyonlarca siyah insan bugün hala eşyanın zalim esaretinden uzak bir hayat sürdürmeye devam ediyor.
Özgür olan kim?…
Kaynak: Yeryüzü Doktorları/ İlyas Yıldırım